Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a
Salat ve selam da O'nun pak Rasulüne olsun.
Dünya Müslümanlarının vahdete en çok ihtiyacı olan bir dönemde yaşıyoruz. Adeta herkes bir yana savrulmuş, paramparça olmuş, suyun üstündeki çer çöp gibi, batı yahut batıl nereye çekerse oraya gidecek kadar da İslam'a yabancılaşmış. Kâfire değil de birbirine diş biliyor. Zalime değil de kardeşine kafa tutuyor. Düşman olması gerekeni hiç ama hiç önemsemiyor, ‘o görevini yapıyor' diyor, kardeş olması gerekene silah doğrultuyor. İşte böyle bir dönemde, bu zor şartlar altında, müminlerin dertleriyle dertlenen kardeşlerimiz de yok değil. Varlar da, sanki kimi ne yapacağını bilmez bir halde şaşkın şaşkın sağı solu seyrediyor.
Ev hanımları iyi bilir; az bir işiniz varsa, hemen yapıp bitirirseniz o iş biter. Yok, biriktirirseniz, sonrasında hangisini yapacağınıza karar vermeye çalışmakla geçer gününüz. Bazı Müslümanlar da böyle... Mazlum kardeşleri için elinden gelen bir şeyler varmış, yapmamış. Sonra mazlumiyet artmış, yük ağırlaşmış ve yapması gereken o işi erteleyen mümin, arada kalıp ne yapacağını bilmez bir hale gelmiş.
Elimizden bir şey gelmiyor Filistin için, Arakan için, yeri geliyor Suriye için. Bir ve en önemli şeyimiz, duamız kalmış diyoruz. Onu da üşengeçliğimizden mi etmiyoruz acaba çoğu zaman? Aslında duaya elimizin ve yüreğimizin varmamasının en büyük nedeni, elimizden gelen her şeyi yapmış olmamamız. Eğer elimizdeki tüm imkânları seferber edebilseydik, Rabbimize karşı yüzümüz olacaktı. “Rabbim! Ben elimden geleni yaptım, şimdi de dualarımla huzurundayım.” rahatlığıyla dualarımızı en yüce makama gönderecektik. Maalesef ki bir boykot bile zor geliyor bize. Vazgeçemiyoruz israil malı ürünlerden. Çünkü o daha iyi temizliyor.
Bir ortamda ‘ama o daha iyi temizliyor' cümlesini duyunca içimden ‘Müslümanları mı?' diyorum. Dışımdan da derim ama ona uygun bir ortam bulamadım ne yazık ki. Dağları da dize getiriyor, yağları da, Müslümanları da. Bir çocuğun elinde mısır cipsi görsem, yerkenki çıkan kıtırtı, Müslüman bir çocuğun kırılan kemikleri gibi geliyor kulağıma. Yahut fitili ateşlenmiş ve çıtırdayan bir dinamit, bir bomba…
Hele o kola! Müslüman kanı içer gibi, kıpkırmızı. İçinde alkol olduğunu bile bile, Müslümana kurşun olarak döndüğünü bile bile içenler ah… Sarı gazozun bendeki izlenimini söylemeyeceğim bile, ayıp olmasın kimseye.
Kerbela geçer, Hz. Zeyneb'i anarız. Bir hanım sahabe programında illa ki değinilir Zeyneb'e. Zeyneb olmak, zalime karşı durmaktır, hiç olmazsa ürünlerini boykot ederek. Bir ortamda, bir programda bunu dile getirince, bilinçli olduklarını düşündüğüm muhatapların ‘git işine hoca ya!' tarzı bakışlarını göstermeyen bir gözlüğüm olsaydı keşke. Yahut ayıp olmasaydı da, bu tarz bir şeyler anlatırken cemaate arkamı dönseydim yahut gözlerimi kapasaydım.
‘Alış-veriş helaldir.' fetvasını uyduran ve güncel fetvalardan haberi olmayan cahiller umurumuzda olmaz fakat insan sormadan edemiyor: Sizin evinizi, arabanızı yakan, mescidlerinize saldıran, çocuklarınızı, eşlerinizi katleden birilerinden alışverişi, helal de olsa yapan birine darılmaz mıydınız? ‘İnsan olana empati gerekmez.' derdi bir büyüğüm. İnsan değilse günlerce de anlatsan nafile…
Zeyneb olmak da boykottan geçer, Ümmü Umare olmak da. Rasulullah (asv)'ın önüne siper olamıyorsan, ümmete sıkılan kurşunlar senden olmayacak. Meymune olmak da boykottan geçer, Ümmü Habibe olmak da. Savaşta yaralananlar için acil yarım ekibi kurmasan da, savaşta yara olmayacaksın kimseye. Kâfirin altından minderi çekmeyebilirsin, ama minder olmayacaksın kimsenin zulüm beşiğine.
Sırf zalime kazandırmamak için eskiyen çamaşırların, yıpranan mobilyaların götürecek belki seni cennete. “Allah'ım! Bu kulun, mümin kardeşlerine destek olmak için kötü deterjan kullandı da ben eskidim; onu affediver.” diye şahitlik edecek belki de. Bazı sesler çok uzaktan duyulur, bir dünya öteden. Duyabilmek duasıyla. Rahman'a emanet olunuz…