Eğitim; insanın hakikat nazarında istenmeyen davranışlarının, istenen hale dönüştürülmesi; cahili, asî yönlerinin ıslah edilmesi; medeniyetle buluşturulmasıdır.
Buna göre, eğitimde yeterli bir ümmet olmadığımız aşikâr.
Sorunlarımızın asıl sebeplerini genel anlamda iç ve dış ihanet çevrelerine, derin güçlere bağlama gibi bir geleneğimiz vardır. Bunda haksız da değiliz. Zenginliklerimiz gasp edilmiş; imkân ve kabiliyetlerimiz budanmıştır. Burası doğru ama bunlar, Hakk’ın Divanı’nda geçerli delil olamaz
Anayasamızda; “Kendini kınayan nefse andolsun… Hiç akletmiyor musunuz? …gerçek ilim sahiplerine sorun..” gibi Fermanlar gereğince suçluyuz.
Gerçeklerimiz: İslam milleti; çağın imkânlarına, ilmine rağmen tevhidini oluşturamamış; nifaklara boğulmuştur.
Fakiriz; geleceği inşa edecek projeler yerine, günü kurtaracak hesaplar yapıyoruz.
Hükümet ve iktidarlar, en fazla beş yıllık kalkınma planlarına imza atabiliyorlar.
Hükümetler, gelecek seçimin; monarşiler de kutsanmış âl u ashablarının bekasını düşünüyorlar. Buna paralel olarak, eğitim sistemimiz; ecnebi ve deneme yanılma metotlarıyla yol alıyor.
İç çatışmalar, maddi/manevi imkânlarımızın çoğunu heba ediyor. Irklar ve farklar, İsviçre gibi küçük ve zayıf ülkelerde bile güzellik ve güçlenmenin bir vesilesi olurken; bizde red-inkâr, çatışma ve gerilimlerin vesilesi olabiliyor.
Eğitim; doğası gereği, zayıf toplumları ayağa kaldırır; geleceğini bilirler; farklardan millet türetir; değerleri kavileştirir; mutluluk ve barışı sağlar.
Sistematik yönü olan eğitim; başarıya ulaştığı zaman, o toplumdaki sistemin de kusursuz, adil ve kesintisiz işlemesini sağlar. Derken, toplumun refah düzeyi artar; maneviyat ve yaşam kalitesi yükselir.
Eğitimli bir toplumda; istikrarı bozabilecek; dâhili ve harici ihanet çetelerine malzeme olabilecek olumsuzluklar direnemez. Ortak akıl ve istikrara karşı direnen, acı veren cahili değerler; yaşam alanı bulamaz.
Ortak akıl; İslam Ümmetinde, mutlaka olması gereken bir sonuçtur; aksi olamaz. Cehaletle aydınlık; küfür ve iman gibidir; mü’min yüreklerde yaşama şansları yoktur.
Çünkü “Allah, Nur’u karanlıkların üzerine geçirir.”
Madde nazarında formüllere baktığımızda; kurtuluşa yakınız hatta şu ana kadar ümmet coğrafyasının tevhit ve istikrarı bulması lazımdı ama nerde?
Çare: “Derman arardım derdime / Derdim bana derman imiş”
Derdimiz var hem de çok ama dermanımız da bu derdin içinde.
Emperyalistler ve bunların paralellerinden yakınmaya hakkımız var hem de fazlasıyla ama “bildiğimiz doğruları yaptıktan sonra! Biliriz ki; mü’min “bildiklerini yaparsa; Rabbi, ona bilmediklerini öğretir.”
Şunu da unutmayacağız; hedefe varmak için güçlenmemiz lazım. Güçlenmemiz için de dünya ve içindeki acizlere değil; “Hâkimlerin hakimine dayanacağız ki O’nun adına konuşup, onun adına davranabilelim.”
Sayısız nimet ve imkânların içinde olduğumuzu unutmayacağız. Her hâlükârda;
“Bismillah ile adım atarak zikredeceğiz; elhamdülillah diyerek şükredeceğiz; tüm yaratılmışları, hini, hinoğlu hinleri düşünüp tahlil ederek de fikr edeceğiz.
Bu İlahî kalemizi inşa edersek; “Giden Şanlı Akıncılarımız” geri gelir; Bilaller ezan okur; Ebu Cehiller Nur’a çarpılır; Itrîler Selavat-ı Resul(as)’ı besteler; “ardına çil çil kubbeler serpen ordular çıkar; Adl-i İlahî hakim olur.
O zaman dünya dengesini, insanlık da huzur ortamını bulur.
Bunlar bana hayal değil, mümkün ve yakın gözükür ama bu akl u fikrile değil; henüz değil! Bunlar; üst düzey tescilli lüks ilahî vergi ve ikramlardır.
İstemekle, cehd ile olmaz! Bu bir Dad-ı Hüdâ’dır; hakkedeceğiz; ilimde, Asa-yı Mûsa; cesarette, Zülfikar.. gibi!
Rabbim; bu imanı, ihlası, ilmi, cesareti versin vesselam.