Batı dünyası İslam ülkelerini kendi hegemonyalarında tutmak, gerçek manada bağımsız olmamaları için farklı yol ve yöntemler uygulayageldiler. Bu yol ve yöntemlerden bir tanesi de nükleer güce ve nükleer silaha sahip olmamalarıdır.
Nükleer silahlara sahip olan bir ülke askeri dengeleri bir anda kendi lehine çevirebilmektedir. Amerika'nın İkinci Dünya Savaşında Japonya'ya karşı nükleer silah kullanması dışında dünya tarihinde nükleer silah kullanılmamış olsa da büyük bir caydırıcı güce sahiptir.
Binlerce tank, binlerce uçak ve milyonlarca askerden müteşekkil orduların yapamadığını bir iki nükleer bomba gerçekleştirebilmektedir. Amerika, Hiroşima ve Nagazaki'de yapacağı katliam ve yıkımı tüm ordularını seferber etse bile gerçekleştiremezdi. Dolayısıyla nükleer güce sahip bir ülke bir nevi dokunulmazlık zırhına bürünebilmektedir.
Bu hakikati ABD'nin Dışişleri eski Bakanı MadeleineAlbright Irak işgali sonrası şöyle dile getirmişti: "Irak'tan verdiğimiz mesaj şu oldu: Nükleer silahın yoksa işgal edilirsin, varsa edilmezsin."
Dünyada nükleer güce sahip olduğu bilen ülkeler ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, israil ve Kuzey Kore ve Pakistan'dır.
Nükleer silahların yanında nükleer enerji de bir o kadar ekonomik ve stratejik güçtür.
Dünya genelinde 31 ülkede aktif 437 nükleer reaktör, 14 ülkede ise 68 nükleer reaktörün inşaatı devam etmektedir. 2030 yılına kadar 164 nükleer reaktörün yapılması planlanmaktadır.
ABD, 104 nükleer reaktöre sahip olmakla başı çekerken, Fransa: 58, Japonya: 50, Rusya: 33, Güney Kore: 23, Kanada: 20 Hindistan: 20, Çin: 16 reaktör sahibidir. İslam ülkelerinden Pakistan:3, İran ise bir tane reaktöre sahip.
Nükleer santrale sahip 31 ülkeden 7'si enerji ihracatçısı konumunda ve dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında bulunuyor. Dolayısıyla nükleer güç sahibi ülkeler gelişmemiş ya da enerji fakiri ülkeler değil.
Batı dünyası Müslüman ülkelerin bu güce sahip olmamaları için her yolu denedi. Pakistan, ‘Aç kalırım, ama nükleer güce sahip olacağım' sloganıyla yıllarca süren ambargo ve tehditlere rağmen kendi imkânlarıyla nükleer güç oldu ve Hindistan karşısında caydırıcı güce sahip olmayı başardı.
İran'ın nükleer güce sahip olmaması için her türlü ekonomik ve siyasi ambargolar denendi ve deneniyor. Rusya ile geliştirdiği ilişkiler sayesinde nükleer santral sahibi oldu ama silah üretmemesi ve bu gücü ilerletmemesi için denetimlere tabi tutuluyor, bağlayıcı antlaşmalar imzalamak zorunda bırakıldı. Trump'un ABD'nin başına gelmesiyle bu anlaşmaların rafa kaldırılması gündemde.
Gelelim Türkiye'ye…
NATO ve batı müttefiki, petrol ve doğalgazını dışardan ithal etmesine rağmen diğer İslam ülkeleri gibi Türkiye'nin de nükleer güç ve enerjiye sahip olmasına izin verilmedi. Son yıllarda nükleer enerjiye sahip olmak için Akkuyu ve Sinop Nükleer santrallerinin inşaatına başlandı. Bu iki santral devrede olmuş olsaydı mevcut elektrik üretiminin yüzde 33'ü nükleer enerjiden sağlanmış olacaktı. Bu da 16 milyar metreküp doğalgazı ithalden ve 7 milyar doları ödemekten kurtulmuş olacaktı. Türkiye gibi bir ülke için 7 milyar dolar az bir para değil.
Her alanda olduğu gibi nükleer enerji ve güç alanında da İslam ülkeleri kendilerine yetebilmeliler. Her ülke kendi başına bu enerjiye sahip olmakla birlikte bir araya gelerek birikim ve tecrübeler paylaşılmalıdır. Ta ki Ümmetçe batının hegemonyası, işgal ve tasallutundan kurtulabilsin.