On dokuzuncu asrın sonlarında ve yirminci asrın başlarında ümmetin hali bugünkünden çok daha beterdi. Ümmet korkunç bir kölelik asrı yaşıyordu. Ümmet evlatlarının kalpleri darmadağınıktı. İşgal edilmemiş, yakılıp yıkılmamış İslam toprağı yok gibiydi. Hasta da olsa, hantal da olsa, yalnışları da olsa, saf Muhammedi İslam’ı temsil etmese de Osmanlı’nın varlığı ümmetin birliğini sağlayan bir tutkal görevi görüyordu. Ama o da yıkılmış, ümmet bin parçaya ayrılmıştı. Batı emperyalizmi aç kurtlar gibi ümmetin topraklarına ve zenginliklerine saldırıyordu. Ve en acısı ümmetin aydınları ve yöneticileri ümmeti yok etmek isteyen batı dünyasına boyun eğmiş, köleliği kabul etmişlerdi. Celladına aşık olan mahkûm misali Batının herşeyine aşk derecesinde bağlanmışlar, kurtuluşu Batının kültür ve uygarlığında arıyorlardı.
O karanlık ortamda Bediüzzaman, Muhammed Akif, Şeyh Mahmut Şeltut, Muhammed İkbal, Muhammed Abduh, Şah Veliyullah Dehlevi gibi endişe sahibi Müslüman düşünür ve dava adamları ümmetin kurtuluşu için çok çaba sarfettiler. Birçok girişimde bulundular. Bu düşünürlerden biri de Cemaleddin Afgani’dir.
Cemaleddin Afgani çağdaş İslami hareketin babası sayılır. Talebesi Muhammed Abduh’la beraber Urvet’ul Vuska isminde gizli bir teşkilat kurdu. Teşkilatın amacı İslam ümmetinin birliğini sağlamak ve Batının emperyalist emelleri konusunda Müslümanları bilinçlendirip uyandırmaktı.
Cemaleddin Afgani bu ideal uğruna ülke ülke, kent kent, kasaba kasaba dolaştı; birçok ülkeden kovuldu, sürgün edildi, göz hapsine alındı, aç kaldı; büyük iftiralara uğradı, mason olmakla ve mezhepsizlikle suçlandı. Hiç evlenmedi. Garip yaşadı ve garip öldü. Ama arkasında onun açtığı çığırı takip eden birçok dava adamı, âlim ve aydın bıraktı. Günümüzdeki İslami hareketlerin mayasında Afgani’nin attığı tohumların etkisi inkâr edilemez.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin kendisi hakında “İslam birliği fikriyatı konusunda benim selefimdir” dediği Cemaleddin Afgani, kendi döneminin Müslümanlarına düze çıkmaları için bazı reçeteler sunmuştur. Bugünün Müslümanlarına da ışık tutabileceği umuduyla bu reçeteleri birkaç madde halinde saymak istiyorum:
1-Müslümanlar, Kur’an’a ve sahih Sünnete dönüş yapmalıdırlar. Temel referansları Kur’an ve Sünnet olmalı. Mezheplerinin, meşreplerinin, tarikatlarının, mekteplerinin mihengi, ölçütü Kur’an ve sahih Sünnet olmalı. Kimden sadır olursa olsun, en büyük üstadlarından, şeyhlerinden bile sadır olsa Kur’an ve Sünnete aykırı düşüncelere sırtlarını dönmelidirler.
2-İslami öğretiler, yaşamsal davranışlar ve ameller, Kur’ani bir akılla yorumlanmalıdır. Kur’an’ı rehber kabul etmiş, Kur’an’ın gölgesine sığınmış bir aklın sahibi olmalıyız. Kur’ani akla, Kur’an diyalektiğine aykırı düşünce, inanç ve gelenekleri terketmeliyiz. Kur’an’la bilimi barıştırmalı; bilimi ateist, maddeci Batının tekelinden kurtarıp halkın ve hakkın hizmetine sokmalıyız.
3- Şii veya Sünni bütün Müslümanlar mezhebi ve meşrebi ihtilaflarını bir kenara bırakıp İslam birliği(ittihad-ı İslam) sloganı etrafında birleşmeli, varlıklarını tehdit eden sömürgecilik ve istibdada karşı savaşmalıdırlar. Batının hile ve tuzaklarına karşı uyanık olmalı, ihtilaf ve adavetin Batıya hizmet olduğunu bilmeli, ortak paydalarda birleşmeli, ihtilaflı konuları siyaset malzemesi yapmamalıdırlar.
4- Kaderci anlayışla, uyuşukluğu yaratan teslimiyetçi ruh haliyle mücadele edilmelidir. Müslümanlar Allah’a sığınarak, O’ndan yardım isteyerek kendilerine bahşedilmiş cüzi iradelerini her türlü imkanlarını seferber ederek sonuna kadar kullanmalı, kurtuluş ve özgürlük baharına kavuşmaya çalışmalıdırlar.
5- İslam dininden, İslam şeriatından başka kılavuz kabul edilmemelidir. Müslümanlar yüce İslam’ın çağlar üstü olduğunu, bütün çağ ve zamanları kapsadığını, her zaman ve ortamın sorunlarını çözebilecek kudrette olduğunu bilmeli; İslam dışındaki batıl sistem, ideoloji ve mekteplerden medet ummamalı, onları kurtarıcı olarak görmemelidirler.