Bölgemizde yaşanan çekişmeyle film alakasızdır derdim ama büyükmüş. Şöyle ki:
Cem Yılmaz’ın yazdığı, yönetmenliğini Ö. Faruk Sonak’ın yaptığı bilim kurgu ve komedi filmidir G.O.R.A. TMSF, Uzan ailesinin bankalarıyla filmi de sahiplendi.
Filmin konusu; “Antalyalı tüccar Arif, GORA gezegenine kaçırılmıştır. Gezegeni bir ateş topundan kurtaran Arif, Prenses Ceku ile tanışır ama kötü kalpli komutan Logar da prensesle evlenerek GORA’ya hâkim olmak ister. Bunu fark eden Arif, kurtuluş için prensesle beraber dünyaya kaçma planları yapar. Logar ise önündeki büyük engeldir. Nihayetinde dünyaya gelen Arif, uzay gemisini, mütevazı bir para karşılığında hurdacıya satar.
Emperyalistler, son yüzyılda birkaç kere dünyanın kıt kaynaklarını parsellediler ama bir türlü tutturamadılar. Niyet ve fiilleri şeytani olduğundan, ne sömürdükleri yerlilerin ülkeleri huzur buldu ne de kendileri.. Tanımladıkları kavramlara, dayattıkları yasalara da razı olmadılar.
“Demokrasi, temel insan hakları, barış, yasalar önünde eşitlik, halk iradesi, referandum, ırk ve inançların özgürlüğü…” daha nice kavramların -özellikle İslam Coğrafyası’nda- büründüğü zillete hepimiz şahidiz.
Gelelim Yerlilerin kendilerine! Bostan bizim, bostancı bizim ama hâsılat meçhul. Mesele açık;
“Dandini dandini dastana!/ Danalar girmiş bostana!/ Kov bostancı danayı/ Yemesin lahanayı!” diyecem ama “Bostancı, danayı duyuyor, danaya uyuyor. Hurdacıya giden GORA’nın Arif’ine de razıyız ama “bizimkiler(!)” malı direk tarlada bırakıyor. Ümmetin tüm varlığı, güzellikleri… Logar’ın olmayan insafına emanet. Yani sömürgecilerin en kötü, en hukuksuz isteklerine dahi itirazları yok.
Küfür ve zulüm dünyası, özellikle Haçlı dünyası; Allah’ın bir ikramı olarak en kötü günlerini yaşıyor, yarınları daha da kötü olacak gibi ama ümmetin başına çöreklenmiş olan işbirlikçilerinde sıradan bir öze dönüş isteği bile yok. Az omurgalı dursalar; ben de düşünen bir varlığım… deseler; hakikati ret ve inkar yerine kadim korkularıyla buluşsalar… Ümmetin mazideki azamet ve onurunu bulması işten bile değil.
Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki kimi hesaplarında; “ümmet sonrası sunî korkuların” beslediği hesapların olduğu açık. Bu yüzden de Kürdistanî her hesaba dahil olan Haçlı istihbaratlarını bölgenin dışına atamıyor. Bu yüzden de manadan ziyade işin çözümünü maddi enstrümanlarda arıyor. Yani çözümün en maliyetli yönü. Aynı zamanda, emperyalist istihbaratların, durumdan vazife çıkarabilecekleri, yaralara tuz-biber ekebilecekleri alanlar bırakılıyor. Peşinen belirtelim; Türkiye; her halükarda bu bölgelerdeki içinde en makul kuvvettir.
Aynı Türkiye’nin Somali, Katar ve son olarak Libya’daki varlığı ve hesaplarında ise ümmetin; fiilî ve kavlî duasıyla dahil olması gereken bir durum vardır. Türkiye, buralarda kök saldıkça, emperyalistlerin hesapları bozuluyor; halkların self determination (kendini yönetme) bilinci bilenir ve muktedir oluyor. Bu bilinç; bir diriliş ve direniş ruhunu da alanlara indirecektir. Bunun sonucunda, yerlilerin kendi iktidarlarını kurma, kaynaklarına sahip çıkma şansları olabilecektir.
Türkiye; Kemalist/laik yapısına rağmen Sayın Cumhurbaşkanının şahsında, bu kadim rolü icra ediyor. Bu bir cilve-i siyaset midir yoksa bir takdir-i Hüda mıdır zaman gösterecek ama manzara ortada!
BAE, Suud, Sisi gibi emperyalistlerin turfanda şarjlarıyla çalışan beyliklerin Türkiye’ye efelenmeleri, kendi istek ve imkânlarıyla olamaz. GORA’dan kaçırdıkları uzay gemilerini hurdacıya satan bu istifçiler, bir üst aklın emriyle rüyalarında darı ambarı görmekteler. Azerbaycanlı kardeşlerimize saldıran Ermenistan’ı ikna eden de aynı zihniyettir.
Araplarda yerli iktidarlar olsaydı, dört cepheden saldırdıkları bir avuç Yahudi teröriste yenilmezlerdi. Yenemeyeceklerini bildikleri Türkiye ordusuna karşı savaşı bile konuşmaları; bir türlü bastıramadıkları halklarının kendilerini yabancı olarak görmelerindedir. Her defasında kanlı bastırdıkları halklarının iradesi, sağlıklarını bozuyor! Türkiye’nin Akdeniz ve Afrika’da bozduğu ezber; sömürülen topraklara çok derin şeyler öğretiyor.
Fransız gemiler, Akdeniz’de kaçıyor; Rusya, “Ayasofya, Türkiye’nin iç işidir” diyor; israil, sağa sola koşuşturuyor… Kime karşı?
Kemalizm’in ayağına pranga vurduğu; dokunulmaz laikliğin bilincini sersemlettiği; muhalefetin işgalcileri çağırdığı; Ayasofya’yı Fatih ve fetihteki aslına çevirirken dahi kıblegahtaki putlarını kıramayan bir Türkiye’ye karşı tepelerin ardına çekilmiş, vesayetçilerini savaş alanına sürüyorlar; çağrışıyorlar!
Nasıl mı? “Peppuk! Peppuk! Kî kuşt? Min kuşt! Kî şuşt? Min şuşt!” (Kardeşini vurup terk-i diyar olanı anlatan Kürt efsanesinden)
Müslümanlar olarak biz duyacağız!
Ricamız; ümmetin başındakiler de “Hurdacı(Haçlı)’dan” vazgeçsinler! Yazıktır, günahtır, cinayettir! Wesselam!