Zaman ve mekandan münezzeh olan yüce Rabbimiz; zamanı insanlar için bir ölçü aracı olarak tayin etmiştir. Bununla beraber, bazı ibadetler için ise, belirlenmiş vakitler tayin etmiştir. Bu vakitler içerisinde yerine getirilen ibadetlere ‘eda’ edilmiş ibadet denir. Vakti geçirildikten sonra yapılana ise ‘kaza’ denmektedir. Eda edilmemiş ibadetin bir an önce kazasının yapılması gerekmektedir.
Örneğin; namaz günde beş vakit olarak farz kılınmıştır. Bu vakitler; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitleridir.
Aynı şey oruç için de geçerlidir. Oruç senede bir ay olmak üzere, Ramazan ayına mahsus bir ibadettir.
Yine İslam’ın beş farzından bir diğeri olan hac ibadeti; yalnızca zilhicce ayına mahsus bir ibadettir. Diğer vakitlerde yapılan Beytullah ziyareti hac olmaz, ancak umre olur.
Kulluğun en bariz göstergesi olan dua ibadeti için, her ne kadar belirli bir vakit olmasa da, bazı anlar vardır ki; duanın kabulü için bulunmaz bir fırsat mesabesindedir. Özellikle; bela ve musibet zamanları, duaya icabet anlarıdır.
Tüm dünyayı kasıp kavuran, insanlığı aciz bırakan Kovid-19 ile Rabbimiz ısrarla bizleri duaya yönlendirmekte, ama gaflette ısrarcı olanlar, hala ayak diremektedirler.
İkinci dalga ile başlayan yeni kısıtlamalar, vaka artış oranları, gündemimizi tamamen bu konuya odakladı. Kiminle konuşsak, hal hatırdan sonraki konular hep aynı maalesef… Herkesin dilinde bir terennüm gibi, hastalık, ölümler, komplo teorileri…
Yok efendim; virüsü Amerika çıkarmış, amaçları aşıyı tüm dünyaya satmakmış. Ya da Çin bilerek tüm dünyaya bu virüsü salmış da şu an savaşlar böyle yürütülüyormuş… Ve daha bunun gibi birçok komplo teorisini tekrar tekrar duymaktayız.
Burada bu kişilere sorulması elzem olan soru şu:
Peki, bunca şey olurken, sen bir Müslüman olarak nerede duruyorsun?
İnsanlığı uçuruma sürükleyen bu düzeni değiştirmek için nasıl bir çaba içerisindesin?
Gerçek anlamda hakim olduğu zaman ve beldelerde çözemediği hiçbir problemin olmadığı böyle aziz bir dinin mensuplarının günümüzdeki durumu maalesef içler acısıdır. Olaylara yüzeysel bakarak, kendisine dayatılan gündemler üzerinden sadece konuşan, ama asla çözüm üretemeyen, kendisi gibi düşünmeyen herkesi, ya cahil olmakla ve yahut doğru yoldan sapmakla etiketleyen Müslümanlar, düşmanlarımızdan daha çok canımızı acıtmaktadır.
Halife’nin olmayışı, kişisel çıkarlar, mezhep ayrımcılıkları, fikir ayrılıkları vs. gibi sebeplerden ötürü, darmadağın bir halde olan İslam ümmetinin, bu küresel sistem üzerinde bir etkinliği olmadığı açıktır. Tüm bu farklılıkları bir kenara bırakarak, ümmetin ve hatta tüm dünyanın selameti uğruna, Vahdeti sağlamaya çalışmak, her Müslümanın bu çağdaki öncelikli sorumluluğudur.
‘Tevhid’ ve ‘vahdet’ aynı kökten türemiş kavramlardır. Vahdet sağlanmadan Tevhidin egemen olması mümkün değildir. Bu itibarla Vahdeti sağlamaya yarayan her çalışma bir fiili dua mesabesindedir.
Kavli olarak yaptığımız dualarda da, önceliğimiz hep ümmetin vahdeti olmalıdır. Hele ki; böyle büyük bir musibet esnasında ihlasla, yakararak, içten yapılacak dua, elbette icabete layık olacaktır biiznillah…
Selam ve dua ile…