Buna insi şeytanın cinni şeytanla koalisyonu da diyebiliriz.
Ayrılıkları körüklenmiş, intikam savaşları ile enerjisi tüketilmiş, merkezi otoriteden yoksun bırakılarak küresel güçlere mecbur ve mahkum hale getirilmiş bir Ortadoğu-İslam Coğrafyası.
Matruşka misali oyun içinde oyun, plan üzerine plan.
“Çıkar”a göre şekillenen ve sürekli değişkenlik gösteren yeni ittifak veya paktlar.
Dün, “Esed mutlaka gitmeli” diyen ABD, bugün “Esed kalsın, Erdoğan gitsin” modunda.
Dün “Esed kesinlikle kalmalı” diyen Rusya, bugün “Esed'in avukatı değiliz” noktasında.
Dün “Şamgen anlaşması ile İran-Şam-Ankara arasında esen bahar sabahı meltemi” bugün fırtınaya, kasırgaya dönüşmüş durumda.
ABD'nin PYD üzerinden Kuzey Suriye'ye açacağı koridor gerekçesi ile “Suriye'nin toprak bütünlüğü üzerinden tekrar yakınlaşma fırsatı bulan Ankara ve Tahran” bugün Musul-Başika hattı üzerinden yeniden kanlı bıçaklı hale gelmiş durumda.
PKK-PYD'yi Musul operasyonuna doğrudan dahil etmek isteyen ABD'nin bu hamlesine karşı Barzani yönetimi PKK'ye “Ülkemizi acilen terk edin” diyebiliyor.
Suriye meselesinde Rusya ile hareket eden İran ve ABD ile hareket eden Türkiye'nin rolleri Musul-Başika meselesi üzerinden bir anda zıt istikametlerde değişebiliyor.
Ukrayna konusunda Batı konsepti ile aynı çizgide buluşan Türkiye, son “Türk Akımı” projesini imzalayarak Ukrayna ile tamamen ters düşebiliyor.
Son olarak Türkiye, Rusya'dan “Uzun menzilli hava savunma sistemi” konusunda teklif alarak başta ABD olmak üzere, üyesi olduğu NATO'nun bütün şimşeklerini üzerine çekebiliyor.
Bütün bu karmaşa içinde sağlıklı düşünmek, savrulmamak, ilkesel hareket etmek çok zor hatta imkansız gibi görünüyor.
“Çıkar”ın ilah edinildiği bir zamanda merkeze alınacak bir ilkeselliğe “enayilik” gözü ile bakılıyor.
“Hiç öyle değil, neden öyle olsun ki?” diye sormamızın tam zamanı değil mi?
Müslümansak şayet, ahiret bizim için dünyadan çok daha hayırlı ise-ki öyle olmalı- o zaman neye mal olursa olsun, sonuçları ne olursa olsun, İslami kriterlere göre hareket etmemiz gerekmez mi?
Üst aklın bu oyunları karşısında sırtımızı ABD veya Rusya'ya dayandırıp işin içinden sıyrılmaya çalışmak imani, ahlaki mi?
Veyahut çözüm mü gerçekten?
Üst aklın “kavmiyetçilik”, “mezhepçilik”, “dine karşı din” ve “ideolojiler arası kışkırtma” kartlarına karşı, bu tuzağı boşa çıkaracak adımlar atmak çok mu zor?
“Geç kalınmış milliyetçilik” anlayışı ve kışkırtması ile Kürt halkını taşeron yapılar üzerinden bu fitneye bulaştırmak isteyen güçlerin varlığını tespit etmemiz ve bunu nasihat konusu yapmamız yeterli mi?
Bir yandan taşeron yapılarla mücadele ederken diğer yandan bu halkın insani ve İslami kriterlere tamamen uygun “Dil ve kimlik” talepleri için acilen adımlar atmamız gerekmez mi?
“İttihatçı kafayı ürkütmeyelim” derken özü aziz İslam'la mezc olmuş bu sahipsiz ve değerli kavmi emperyalist tezgahların insafına bırakmak büyük vebal değil mi?
Mezhepçilik fitnesini boşa çıkarmak için bu konunun tarafı haline getirilmeye çalışılan devletler neden kendi aralarında gizli veya açıktan görüşmeler yapmaz?
Hayat ve mematın yaratılmasının gayesi bir yeri ele geçirmek mi, yoksa hangi pozisyonda ve nasıl bir durumla karşı karşıya olursak olalım “Eyyukum ahsenu amela” anlayışına uygun hareket etmek midir?
Takvayı esas alıp sonuçları Allah'a havale ederek kardeşler arasında kanın akmaması, kinin artmaması ve fitnenin kol gezmemesi adına bizden istenen “nitelikli davranışlar sergileme, öfkeyi yutma, affetme ve böylelikle muhsinlerden olmaya çalışma” ile emrolunmamış mıyız?
Bu, önümüze konmuş en önemli ideal veya hedef değil midir?
“Dine karşı din, Ilımlı İslam veya Amerikancı İslam” projesinin taşeronlarına karşı mücadele ederken karşımıza çıkarılan “Güncellenmiş İttihatçı kafa yapısı”nın tuzaklarını boşa çıkarmalı değil miyiz?
15 Temmuz akşamı, üst aklın küresel fitnesine ve işgal girişimine karşı canlarını siper eden Müslüman Millet'in bu Rahmani anlayışını boşa çıkarmaya çalışan bir başka darbeci geleneğin kuzu postuna bürünmeye çalıştığını görmeyecek miyiz?
Sorular artırılabilir ama Üstad Mevdudi'ye kulak verip bitirelim:
“Bu zamanda en büyük ‘keşif', küfrün tuzaklarını fark etmek; en büyük ‘keramet' ise buna karşı çok küçük de olsa tedbir geliştirmektir.”