Şanlıurfalı Yazar Abdulkadir İkbal (74), Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin mezarının Balıklıgöl’ün yanındaki Dergâh Camisi'nden çıkarılarak, Şehitler Mezarlığı'na defnedildiğini iddia etti.
Üstad'ın talebesi Terzi Mahmut Hasırcı’nın ölmeden önce kendisine Bediüzzaman’ın mezarını gösterdiğini iddia eden Yazar İkbal, Üstad'ın talebelerinden Abdulkadir Badıllı’nın da Üstad'ın mezarının Urfa’da olduğuna kanaat ettiğini söyledi.
İman hakikatlerini anlatan, Risale-i Nur eserinin müellifi Üstad Bediüzzaman Said Nursi, 23 Mart 1960 yılında Şanlıurfa’da vefat ettikten sonra Balıklıgöl yanındaki Dergâh Camisi'ne defnedilmişti.
Üstad'ın cenazesi, dönemin hükümeti tarafından Dergâh Camisi'ndeki mezarı parçalanarak çıkarılmış ve kimsenin bilmediği bir yere gömülmüştü.
Şanlıurfa Barosu avukatları, Üstad'ın mezar yerinin bulunması ile ilgili suç duyurusunda bulunmuş ama bir sonuç alamamıştı.
Üstad'ın mezar yerini bildiğini iddia eden Şanlıurfalı Yazar Abdulkadir İkbal, mezar yeri ile ilgili tüm bilinmeyenleri İLKHA’ya anlattı.
Risale-i Nur ile tanışma serüvenini anlatarak sözlerine başlayan İkbal, “Ben, 1967 yıllında, Risale-i Nur ile tanıştım. Urfa’ya, Ağır Ceza Mahkemesi memuru olarak atandım. Sabaha kadar uyuyamıyordum. Hayatı ve ahireti çözemiyordum. Sabaha kadar kıvranıp, duruyordum. Doğru nerede acaba? O zaman piyasada kitap da çok azdı. Şeyh Abdulkadir Geylani’nin bazı kitaplarını okudum, başkalarını da okudum. Evet, güzel şeylerdi ama benim sorularıma cevap verecek şekilde bilgiler yoktu. 1967 yılında bir sağlık memuru olan İsmail Şentürk ile tanıştım. Talebelerle ilgili çok güzel bir konuşma yapıyordu. Sonra kendisini davet ettim. Dedim ‘Gel sohbet edelim.’ İki defa davet etmeme rağmen gelemedi. Sonra onun evine gittik. Demliği hazırladı. İnsan nasıl dirilecek? Diriliş nasıl olacak? Bunları akli delillerle ispat eden Haşir Risalesi'ni okudu. Öyle bir dalmışız ki demlik yandı, biz sohbete devam ettik. Bilahare ikinci sohbet bizim evde oldu. Bir sohbet daha yaptık. Bu sefer demliği ben üzerine koydum, demlik yine yandı. Sohbet o kadar harikaydı ki tam ruhumuzun, aklımızın ve vicdanımızın aradığı eserlerdi bunlar. O zaman nemi yaptım? ‘Kitabı ver bakayım, ben bunun üzerinde araştırma yapacağım, ben aradığımı buldum.’ dedim.” İfadelerini kullandı.
“Üstad'ın tabutu el değil, parmaklar üzerinde gidiyordu”
Üstad'ın vefat ettiği gün Urfa’da garip şeyler yaşandığına dikkat çeken İkbal, “Ben lise birde iken, 1960 tarihinde burada okuyordum. O zaman Üstad'ın vefat ettiğini duyduk. O gün çok acayip şeyler oldu. Ortalık karanlık oldu, göz gözü göremez oldu. Okulu ikindi vakti tatil etmek zorunda kaldılar. O zaman Urfa’da çok garip şeyler oldu. O zamana kadar Urfa’da görünmeyen bazı kuşlar burada görünmeye başladı. Ben o zaman lise birde olduğum için Üstad hakkında pek bir şey bilmiyordum. Ancak Üstad'ın tabutunu gördüm. On binlerce insan gelmişti, Üstad'ın tabutu el üzerinde değil, parmak üzerinde gidiyordu. Dergâhta defnettiler. Talebeleri o zaman dergâhta nöbet tutuyordu.” dedi.
İçişleri Bakanı Namık Gedik: Çöp kamyonuna koyup öyle gönderin
İnsan vefatında önce ister ki memleketine, köyüne, akrabalarının, babasının, anasının olduğu yere gitsin. Üstad, o zaman Isparta’daydı. Diyor ki ‘Beni acilen Urfa’ya yetiştirin.’ Gizli bir şekilde taksiye biniyorlar, Konya üzerinden geliyorlar, plakayı çamurla kapatıyorlar. Nurdağı’nda mola veriyorlar. Nur Dağı'na, o zaman ‘Gâvur Dağı’ deniliyordu. Üstad diyor ki ‘Gâvur Dağı’ demeyin, buraya ‘Nur Dağı’ deyin. O günden sonra oranın adı Nur Dağı olarak kaldı. Üstad Urfa’ya geliyor ama çok hastadır. İpek Palas Otel'inde, galiba 27 numaralı odada talebeleriyle kalıyor. Üstad hiç kimseye elini öptürmezdi, bunu kitaplarında da söylüyor. Urfalılara serbest etmiştir. Demiş ki, ‘Urfalılar elimi öpebilir.’ Hükümet erkânı, Üstad'ın Urfa’ya geldiğini duyunca, ‘Acele onu gönderin.’ diyor. Doktorlar rapor veriyor, ‘Çok hastadır gelemez.’ diyorlar. Hükümet ise ‘Hayır göndereceksiniz.’ diyor. Buradakiler ‘Vasıta yok.’ deyince, dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik, ‘Çöp kamyonuna koyup öyle gönderin.’ diyor. Sonra bu adam intihar etti. Onu oradan geçen bir çöp arabasına koyarak götürdüler.” dedi.
“Üstad'ın eşyaları bir bohçaya sığıyordu"
Bediüzzaman’ın Urfa için atam İbrahim’in menzili dediğine dikkat çeken İkbal, “Allah’ın hikmetine bakın. Üstad, Urfa’ya gelince, Urfalılar Üstad'a çok sahip çıktı. Üstad'ın buradan gitmemesi için çok çaba gösterdiler. Üstad, İpek Palas Oteli'nde 3 gece kaldı, orada vefat etti. Üstad diyordu ki, ‘Atam İbrahim’in bir menzili olan Urfa’da vefat etmek üzere beni Urfa’ya götürün.’ Daha evvel ne kadar eşyası ve kitabı varsa Urfa’ya göndermişti. O da çok enteresandır. Üstad ile ilgili vefatından sonra malı ve mülkünün ne kadar olduğuna dair tereke tutuldu. 1960 tarihinde mahkeme kayıt altına aldı. Mahkeme kayıt altına aldıktan sonra 1981 ya da 1982 tarihinde adli ambarları su bastı. Abdulkadir Badıllı (Üstad'ın Urfa’daki talebesi) onlara haber gönderdi. Üstad'ın terekesini çıkarmalarını istedi. Ben mübaşiri çağırdım, bir ay çalıştı, o dosyayı buldu. Üstad'ın eşyası nedir? Bir bohçaya koy, hepsini kolunla değil, bir serçe parmağınla kaldırırsın. Üstad'ın dünyaya bıraktığı birkaç kuruş bozuk para, siyah lastik ayakkabı, çorap, mendil ve çok basit şeyler kaldı. Hepsini toplasan bir şey çıkmaz. Bu kadar kitap yazan, bu kadar eser yazan bir müfessirin arkasında bıraktığı yalnız bunlardı. Eşya olarak bir şey bırakmadı, miras olarak yalnızca kitapları kaldı. Üstad da bizden kitaplarına sahip çıkmamızı istiyor. ‘Beni ziyaret etmeyin, kitaplarımı okuyun.’ diyor. Bu mana ile Risale-i Nurlara bakmak gerekiyor.”
“Üstad'ın birinci arzusu Van’da defnedilmekti”
Risale-i Nur’da, Üstad'ın mezar yeri ile ilgili 3 yerde bahis geçtiğine dikkat çeken İkbal, “Birincisi, Münazarat’da diyor ki ‘Horhor Medresesi'ne gelin, çiçekleri takın, daha yok mu sedasını işiteceksiniz.’ Üstad'ın birinci arzusu Van’da defnedilmektir. Üstad'ın bir şiiri var. Şiir’de diyor ki ‘Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde, Said'den yetmiş dokuz emvât, bâ-âsâm âlâma’ yani 'Günahlarımla beraber hicri 1379 yılında vefat etti.' diyor, vefat tarihi veriyor. ‘Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş’, O mezar taşı Adana'dan getirildi. O zaman Urfa'da mermer yoktur. 111 gün sonra da mezarı kazıldı. O zaman kimse bu şiirin neden yazıldığını anlamadı? Üstad vefat edince, bir de mezarı kırılınca bu İşin sırrı anlaşılmış oldu.” dedi.
“Sağlığında rahat görmedi, öldükten sonra da mı rahat görmeyecek”
Üstad'ın Urfa’daki mezarının kazılması ile ilgili Üstad'ın kardeşi Abdülmecit’ten bilgiler aktaran İkbal, “Abdülmecid abi, Üstad'ın kardeşidir. Konya'da öğretmendir. Rejimin adamları Abdülmecid abiyi çağırıyorlar. Diyorlar ki, ‘Gel bir dilekçe ver. Said Nursi'nin mezarını kaldıracağız.’ O da diyor ki , ‘Sağlığında rahat görmedi, öldükten sonra da mı rahat görmeyecek.’ Zorluyorlar, diyorlar ki 'İmzalayacaksın.' O da şöyle yazıyor: ‘Üstad'ın mezarı çok uzaktır. Ziyaret edemiyorum. Yakın bir yere defnedin.’ Peki, o zaman Abdülmecid abiye yakın yer Konya’dır. Gerekçe buysa, neden Konya defnedilmedi? Geliyorlar mezarı kırıyorlar, gece de götürüyorlar.” Abdülmecit abi diyor ki, ‘Konya'ya gece getirerek bir yamaca defnettiler. Orada ne ışık, ne köy, ne kasaba, ne de şehir vardı. Hiçbir şey yoktu, sadece bir yamaç vardı. Oraya defnettiler, ama nereye defnettiler ben bilmiyorum.’” dedi.
“Fethullah Gülen 'Üstad'ın mezar yerini biliyor' deniliyordu”
Ispartalı ve Barlalıların Üstad'ın mezarı ile ilgili iddialarına cevap veren İkbal, “Ispartalılara ve Barlalılara sormak lazım. Siz bunu nereden çıkardınız? Abdulkadir Badıllı abi diyor ki 'Ben baştan sona olayları Abdülmecit abiden dinledim. Mezar yerini bilmediğini söyledi.' Üstad'ın vefatından kaç sene sonra 1975 yılında bir mezar buluyorlar. Fethullah'ın bir talebesi kitabında şöyle yazmıştı. ‘Ben 1975 yılında Isparta'da askerdim. Benim Serdar isimli bir arkadaşım vardı. Serdar arkadaşım Isparta mezarlığında üzerinde Sait, yazar bir mezar görmüş. Getirmiş evine koymuş daha sonra onu başka bir yere defnetmiş.’ Peki, yerini biliyor musun? diye sorduklarında ‘Yerini biliyorum ama söylemiyorum.' demiş. Bu konu cemaat arasında söyle konuşuluyordu. ‘Fethullah Gülen Üstad'ın mezar yerini biliyor.’ Bunu Fethullah Gülen'e mal etmek için yaptılar. Cenab-ı Hak ona bunu nasip etmedi. Ben de basın toplantısı düzenledim. Üstad'ın mezarının Urfa'da defnedildiğine dair şahit buldum. Şahidin dediğine göre, Üstad'ın cenazesini, ilk defnedildiği dergâhtan çıkarmışlar, daha sonra askeri şehitliğe defnetmişler. Senaryo olarak başka yere götürüldüğünü söylemişler.” diye konuştu.
“Aslında defnedilen asker değil, Said Nursi’dir”
Üstad'ın Urfa’da askeri şehitliğe gömüldüğünü iddia eden merhum Terzi Mahmut Hasırcı ile ilgili bilgi veren İkbal, “Bu zat Bediüzzaman’ı Isparta'da ziyaret ediyor. Bediüzzaman Urfa’ya geldiği zaman 3 defa bu zatı sakalından öpmüş. Üstad'ın cenazesini yıkayanların yanında bulunan, yardım eden birisidir. Üstada son derece bağlı biriydi. Vefatından 14 gün evvel beni aradı. ‘Sana Üstad'ın mezar yerini söyleyeceğim.’ dedi. Bir taksi tuttuk. Beraber askeri mezarlığa gittik, orada fotoğraf çektik. Bana ‘Bediüzzaman'ı dergâhtan çıkardıktan sonra buraya defnettiler.’ dedi. Bundan sonra da şöyle bir senaryo hazırladılar. Üstad'ı mezardan çıkardıktan bir gün sonra ikindi namazında Yusuf Paşa Camisi'ne bir asker cenazesi getirdiler. Dediler bir asker ölmüş yâda öldürülmüş. Daha sonra bunu götürüp askeri şehitliğe defnettiler. Aslında defnedilen asker değil, Said Nursi’dir. Mahmut Hasırcı bana mezar yerini gösterdikten sonra ben de basın toplantısı yaptım. ‘Said Nursi'nin naaşı Urfa'da’ diye basına düştü. Zaten Said Nursi şiirinde de söylüyor ‘Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde.’ Bu şiiri millet anlamadı ancak vefatından sonra anladı.” dedi.
“Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir”
Said Nursi’nin mezarı ile ilgili Risale-i Nur’da yazdığı mektuba değinen İkbal, Üstad bir yerde, “Vasiyetnamenin haşiyesidir. Bu zamanda şahsiyet cihetiyle insanlara zarar verecek haller var. Risale-i Nur’un mesleğindeki âzamî ihlâs için bu hastalık verilmiş. Çünkü bu zamanda şan, şeref perdesi altında riyakârlık yer aldığından, azami ihlâs ile bütün bütün enaniyeti terk lâzımdır. Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevi dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur’daki azami ihlâs ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevi sebep hissediyorum. Kendini Risale-i Nur’a vakfetmiş olan, yanımda bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin yakınında olup, bu manayı, lüzumsuz ziyarete gelenlere bildirsinler." dedi.
“Risale-i Nur’daki azamî ihlâsı kırmamak için o ihlâsın sırrıyla kabrimi bildirmemeği vasiyet ediyorum”
Üstad'ın hizmetinde bulunan talebeleri tarafından Üstad'ın imzası olmayan bir mektubun yayımlandığına değinen İkbal, “Bu dehşetli zamanda eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve mumyalarla nazar-ı beşerî kendilerine çevirmeleri gibi enâniyyet ve benliğin verdiği gafletle heykeller ve gazetelerle nazarları mana-yı harfîden mana-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtici ve uhrevî istikbâlden ziyade dünyevî istikbâli gâye-i hayâl edinmiş olmalarıyla eski zamandaki Allah için ziyaret mukâbili ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtânın şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verip öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur’daki azamî ihlâsı kırmamak için o ihlâsın sırrıyla kabrimi bildirmemeği vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun okudukları Fatiha ervâha (ruhlara) gider. Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle beni sevâb cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeğe mecbur edecek.” dedi.
“Mezarımı kaybedin, mezarım yok olsun.' diye bir dua yok”
Üstad'ın hizmetinde bulunan talebeleri tarafından yazıldığı iddia edilen mektuba itiraz eden İkbal, “ Mektupta, 'Mezar yerimi bir iki talebemden başka kimse bilmeyecek.' deniyor. Peygamberimiz böyle bir dua yapmış mı? 'Mezarımı kaybedin, mezarım yok olsun.' diye bir dua yok. Üstad'ın kendi imzasıyla, kendi mezarı ile ilgili 3 tane görüşü var. Altında diyor ki hizmetinde bulunan talebeleri, bunu kim diyor? Nasıl yazıldı? Üstad, diğer 3 görüşüne muhalif bir görüş neden belirtti? Bu çok sakıncalı bir durumdur. Onun için Üstad'ın mezarının Urfa'da olduğuna dair şahitler var. İbrahim Tatlıses'in eski hanımı Adalet Tatlıses dedi ki ‘Ben bir sabah namazında dergâha gittim. Yanımda hanımlar vardı. Pejmürde bir adam yanıma geldi. Ben zannettim benden para isteyecek. Bayanlara söyledim siz geri çekilin. Adam bana dedi ki 'Benim ismim Mustafa’dır. Ben o mezar kıran heyetin içindeydim. Bediüzzaman'ın naaşını buradan götürmediler.' dedi ve gitti.’ Abdulkadir Badıllı abi ile beraber vefatından evvel bir özel televizyona çıktık. Bu video bende var. Bu konuda o da bana dedi ki 'Benim kanaatim Üstad'ın mezarının Urfa'da olduğudur.' Ama bu konuda maalesef yetkililer Urfa'nın arşivlerini de açmadılar.” dedi.
"Üstad'ın mezar yerini açıklayacağım zaman ya hasta oluyorum ya da rüya görüyorum vazgeçiyorum"
Üstad'ın mezar yerini bilen insanların neden bu bilgiyi paylaşmadıklarına dikkat çeken İkbal, “Şahitler mezara götürmedi. Bu olayın şahidi Mahmut Hasırcı’dır. Benim oğlum kendisine sormuştu. ‘Hasırcı abi sen bazı şeyleri biliyorsun niye söylemiyorsun.’ Ona demiş ki, ‘Söylemek istiyorum. Ya hasta oluyorum ya da rüya görüyorum vazgeçiyorum.’ demiş. Vefatından 14 gün evvel telefonlaştık. Dedi, 'Bunu sana söyleyeceğim.' Badıllı abi ile de konuştuk o da tasdik etti. 'Benim kanaatim Urfa’da olabilir.' dedi. Kimseye söylememesinin sırrı şu olabilir. O kadar bekledi, vefatından 14 gün evvel, gittik, mezarlıkta fotoğrafını çektik, Üstad'ı dergâhtan çıkararak buraya defnettiler, yeri bana gösterdi. Vefatından önce görevini yaptı.” dedi.
“Risale-i Nurlar İslam’dan başka bir hiçbir hakikat taşımıyor”
Rejimin, Risale-i Nur eserleri ile çok uğraştığına vurgu yapan İkbal, “Risale-i Nur çok farklı bir eserdir. Bediüzzaman cezaevinde, dağlarda ve sürgünde bu eserleri yazarken yanında Kur’an-ı Kerim’den başka kitap yoktu. Çok enteresandır; bu kadar çok kitap yazacaksınız, yanınızda kitap olmayacak. Şimdikilerin elinin altında kütüphaneler var, internet var, hemen yazabiliyorlar. Bediüzzaman böyle değil, hapishanede bunları yazmak çok enteresan bir şeydir, Kur’an’ı Kerim’den başka kitap yok. Rejim binden fazla Risale-i Nurları mahkemeye vermiş. Risale-i Nur, 1944’ten 1971'e kadar, 731 defa mahkemeye verilmiş. 1944’ten evvel de var. Ne için? Bir defa bir kitap mahkemeye verildi, beraat aldı. Peki, ikinci, üçüncü defa neden mahkemeye veriyorsun? Bilim adamları, Risale-i Nurları didik didik ettiler. Risale-i Nurların İslam’dan başka bir hiçbir hakikat taşımadığı, bilirkişi raporları ile mahkeme kararları ile ispat ettiler. Dolayısıyla Risale-i Nurlar, asra bakan muhteşem bir tefsirdir.” ifadelerini kullandı.
“Türkiye’de ne bataklıklar meydana gelmiş, bunların kurutulması lazım”
İnsanlığın iman hakikatlerinden uzaklaşarak bataklığa saplandığını ifade eden İkbal, “Bediüzzaman bu eserlerin ilkokuldan, üniversiteye kadar okunmasını tavsiye ediyor. Bugün eğitim sistemi büyük bir boşluk ve felaket içerisindedir. Sebebi, eğitim sisteminin içinin doldurulmamasından dolayıdır. Hep ertelediler, ötelediler, yapacağız, edeceğiz, dediler. Kardeşim ne zaman yapacaksınız? Gençlik elden gidiyor, insanlar elden gidiyor. Türkiye’de ne bataklıklar meydana gelmiş, bunların kurutulması lazım. Bu da ancak insanın gönlüne, kalbine, vicdanına, aklına hitap etmekle onu ikna etmekle olur. İnsanlar dünyaya niçin geldiğini öğrenirse, Allah’a ve ahirete inanma olursa, dağ başında dahi olsa suç işlenmez. Niye, çünkü ben öleceğim, hesap vereceğim. Her hareketim yazılıyor, kaydoluyor. Baharda bakıyorsun her şey dirildi, hayat canlandı. Cenabı Hak bize bunu gösteriyor diyor ki, 'Ey insanoğlu, kışın öldürdüm, cenaze gibi oldu. Baharda bunu tekrar dirilttim. Sizin vücudunuzdaki hücreler ölüyor yerine yenisi geliyor. 7 senede bir bütün hücrelerimiz değişiyor.' Allah’ı ve ahireti anlatan sonsuz deliller var.” dedi.
“Biz çocuklarımıza bu hakiki ve ilmi delilleri hazmettirerek okutabilsek çocuk kendini Allah’a karşı sorumlu hissedecektir”
İkbal son olarak şunları söyledi:
"Üstad bize 3 kitap tavsiye ediyor. Biri Kur’an’ı Kerim'dir. Biri Hazreti Peygamberdir. Biri de şu içinde yaşadığımız kâinattır. Milyarlarca yıldız geziyor trafik kazası yok. Altında ne direk ne kazık var. Hadi bakalım izah edin. Güneş, dünyadan bir milyon 300 bin kez daha büyük, ne altında kazık var ne direk var. Saniyesinde gelir ve saniyesinde gider. Biz çocuklarımıza bu hakiki ve delilleri hazmettirerek okutabilsek, çocuk kendini Allah’a karşı sorumlu hissedecek, ilerde Allah’a hesap vereceğim diyecektir. Dolayısıyla hareketlerini vicdanen ve aklen kontrol etmiş olacaktır. Ama bu kontrolü kaldırdığınız zaman polisi gördüğü yerde suç işlemez; polisin görmediği yerde ne yapacağını Allah bilir. İnsanların bir kısmı böyledir. Onun için bu asırda yazılmış olan Risale-i Nurların ne kadar kıymetli bir eser olduğu bilirkişi raporlarından bellidir. Peki, ne için bundan uzak kalıyoruz, neden bu eserleri okutmuyoruz? Bu bir vebaldir. Gençliğimizin ve milletimizin doğru olabilmesi için Kur’an’ı iyi bilmesi, Kur’an’a bakan tefsirleri iyi okuması lazımdır. Bir insan tek başına Kur’an’ı anlamak noktasında mükemmel olamayabiliyor. Tefsirler insanlara yardımcı oluyor. Bediüzzaman’da bu asırda bence görevlendirilmiş, Cenab-ı Hakk'ın bir inayeti ve rahmetidir. Kur’an’ı çok iyi anlamış, Kur’an’ı çok iyi yaşamış, Kur’an’ı çok iyi anlatan bir müfessirdir. İnşallah baştakilerin akılları başlarına gelir de bu işi bir an evvel hayata geçirirler.” ifadelerini kullandı.
İLKHA