Üstadın vasiyeti; müspet hareket

Özkan YAMAN

Üstad Bediüzzaman'ın talebelerine son dersi Emirdağ Lahikası'nda yer almaktadır ve burada ısrarla bir hususa ve bir ayete vurgu yapmaktadır. Defalarca tekrar ederek dikkat çektiği ayet, Fatır suresi 18 ve Necm Suresi 38'de; “hiç kimsenin bir başkasının günahından sorumlu tutulamayacağını” anlatan hemen hemen aynı lafızla gelen ifadelerdir.

 Üstad, bu zulmü bu asrın en büyük felaketi olarak görür ve aynı yanlışa düşülmemesi için uyarır.

Ve İhlas Risaleleri gibi birçok yerde, bahsettiği hareket tarzını tekrar vasiyet eder:

“Aziz kardeşlerim, bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir.” Bu bölüme “Müspet Hareket Mektubu” da denilmektedir. Peki nedir müspet hareket?

Malum olduğu üzere müspet, olumlu, menfi ise olumsuz demektir. Olumlu için pozitif, olumsuz için de negatif kelimeleri de kullanılmaktadır.

Müspet harekette, hakikati ispat etme, kendini anlatma, ikna etme, doğruyu ortaya koyma, varlığı meydana çıkarma gibi yapıcılık varken, menfi harekette ise hataları ilan etme, yalanı reddetme, yanlışa karşı tavır sergileme var.  

Menfi hareket; doğrudan, harbiden, açıktan, hemen muhalefet etme, yapılan haksızlığa itiraz etme, aksini söyleme, hasımane cedelleşme ve karşıdakinin kim olduğunu ve neyi niçin yaptığını umursamadan doğrudan karşısında durma mücadelesi iken, Müspet hareket ise muhatab ile aradaki köprüleri yıkmadan onun kin ve öfke oklarını üzerine çekmeden, zayıf damarına basmadan, tepkisini çekmeden, nefsi temayüllerini tahrik etmeden, ürkütmeden kendi fikrini, kendi değerlerini anlatma ve ortaya koyma mücadelesidir.

Şahıslarla uğraşmak menfi, fikirlerle uğraşmak müspet harekettir.

Enerjisini birilerine cevap yetiştirmeye harcamak menfi, birilerini yetiştirmeye harcamak ise müspet harekettir.

Karanlığa küfretmek, sürekli bardağın boş tarafını görerek tenkit edip eleştirmek, menfi; nurlandırmak için bir mum yakmak, kendi kusur ve ihmallerini görerek en güzelini yapmaya çalışmak, üretmek, kendini sorumlu hissetmek müspet harekettir.

Mevzu, batı kaynaklı olduğu için hastalıktan berî olmayan kişisel gelişim meselesi gibi duruyor fakat Üstadın hayatının adeta kırmızı çizgisi olan, “medenilere galebe çalmak icbar ile değil ikna iledir” sözündeki hakikatten bahsediyoruz.

Peki menfi hareket, doğrudan direniş demekse, Üstad, neden bunu da tavsiye etmemiş denilebilir?

Bunun cevabına geçmeden şu anekdotu paylaşalım: Padişahın biri, vezirine, “İstanbul'da evliya var mı? diye sorar. Vezir de elbette vardır der ve birlikte tebdil-i kıyafet çarşıya giderler. Girdikleri kumaşçıda, şundan bir metre, şundan iki metre, şundan yarım metre diyerek bir sürü kumaş kestirirler ama hiç birini beğenmedik, kusura bakma almıyoruz deyip çıktıkları halde, kumaşçı, hiç kızıp itiraz etmediği gibi, güle güle deyip memnuniyetle uğurlar. Padişah, vezirine, “gerçekten evliyaymış, bu nasıl bir sabır ve tahammül hayret” der.

Devam ederler, şehrin diğer ucundaki pazarda bir karpuzcuya varırlar. Vezir, karpuzu eline alır, bıçakla bir dilim keser, tadı güzel değil deyip atar, ikincisini de dilimler, bu da olmamış deyip atar. Tam üçüncüyü de kesip atacakken, karpuzcu hançerini vezirin boğazına dayar ve; “efendi, ben o bezlerini kıyım kıyım kestiğiniz kumaşçıya benzemem, bir karpuzu daha heba edersen, boğazını keserim” der.

Geri dönerlerken, padişahın şaşkınlığını gören vezir: “Padişahım, hangisinin üstün olduğunu bilmem lakin; Allah, laftan anlayanların karşısına birincisini, anlamayanların karşısına da ikincisini çıkarır” der. 

Kimi usuller/üsluplar hikmet gereği zaman ve mekana göre yenilenebilir. Üstada göre bu zamanın sabır taşı, karpuzcunun tezgahında değil, kumaşçının dükkanında daha güzel durmaktadır.

Ancak o ayet, her yerde, her zamanda güneş gibi durmaktadır. Hiç değişmeden öyle ışıl ışıl…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.