Katreleri umman yapan, birimizi bin eden, bizi İslam’la şereflendiren, Kur’an’la edeplendiren, sünnetle bilinçlendiren Allah’a hamd olsun. Salât ve selam eşref-i kâinat’a, O’nun a’line, ashabına, açtığı yola revan olanlara, modernitenin zırvalıklarına rağmen istikamet üzere kalanlara, imanın kor ateş olduğu çağda imanla yol alanlara, ümitsizliğe kapılmayanlara ve gayretiyle ilahi muştuya koşanlara olsun...
Yine geldi huzurun peşrevi, gönül mâhı, intibahın girizgâhı Ramazan ayı. Hepimizin sabırsızlıkla intizar eylediği, dirilişin ilk emareleri Ramazan’da başlar. Bu ay ki rahmettir, idraktir, fehmdir. Sadece midenin değil kötülüğün, şerrin, garabetin de sükût ettiği aydır. Desisenin her türlüsünün aleni şekilde yapılmaya cüret edilemediği bu mübarek ayda, kelam sırasını din-i mübinin vecibelerine verelim ki Ramazan’ın fırsatını kaçırmış olmayalım. 11 ay sonunda nispeten sesi kesilen fenalığın ve azgınlığın yerini hakkın ve sabrın tavsiyesiyle dolduralım. O güzide ve her alanda kâmil dönemin üzerinden asırlar geçtikçe yabancılaşmanın ve hezimetin yerini madden uzaklaştıkça manen yakınlaşma şiarıyla dolduralım, Asr-ı münevveri insanlara tanış edelim; kendimizden başlayarak.
1449 yıl önce bir pazartesi günüydü, medeniyetin olmadığı, erdemin insanın içine gömüldüğü kasvetli bir dönemdi. Son zifiri, artık yerini şafağa bıraktıracak kadar karanlıktı. Bir nur aydınlatacaktı bu zifiri zulumatı. İlahi tecelli Garp’a ve Şark’a O’nunla tenvir buyuracak, insana insanla, en kâmil biçimde tek yolu gösterecekti. Son Resul ile uyanış başlayacak ve insanlığın diri diri gömüldüğü çağa, bu vasıta insan olduğunu hatırlatacak. Şark’ın intibahı dinin ve kalbin Resulüyle vaki olacak, kemalat O’nun eliyle, diliyle ve kalbiyle hakiki manasına kavuşacaktı. Nitekim nizamın sahibinin ahdi buydu. Pek şeksiz şüphesiz oldu da. O cahiliye hayatının kifayetsizliğinden bir model dönem teşekkül etti, ahlakın gün yüzü görmediği toplum, ahlakın mümessili oldu. 1449 yıl sonra bile kardeşlik denince akla ilk Ensar ve Muhacir geldi; İttifak denince Medine Vesikası; hürriyet denince Bilal, Habbab, Selman; fedakârlık denince Ebubekir (r.a); siyaset denince Ömer (ra); ticaret denince Osman(ra); sadakat denince Zeyd (ra)… Devranın karanlığına bu mümtaz örnekler teselli verdi, aydınlattı.
Biz ne yapıyoruz, yakınlaşmamız gereken yerde uzaklaşıyoruz.
Ve uzaklaştıkça Ensar ve Muhacir’in kardeşliğini unutuyoruz, Bilal’den, Habbab’dan, Selman’dan uzaklaştıkça hürriyeti unutuyoruz, Ebubekir’den, Ömer’den, Osman’dan (ra) uzaklaştıkça siyasetin, toplumun ve ticaretin ahlakından uzaklaşıyoruz, adalete yabancılaşıyoruz.
Her ayetiyle ebedi istirahatgah için bize yordamı gösteren yüce Allah (cc), Rasulüyle ve döneme etkisiyle doğrunun hayata geçirilişini öğretti bize. Bize…
Kimiz biz, neyiz, neydeniz, ne istiyoruz?
Fani olanı baki kılmaya çalışan, kalımsız dünya hayatına çivi çakma gayretinde olan, balçıktan halk edilmiş, 6 metrekareden başka yer edinmemiş, iki günlük açlığa göğüs gerememiş, ortalama 70-75 yıllık tedavül ömrü olan, sonundan habersiz yaşayan beşerleriz. Muhtacız, mahrumuz, aciziz ve ölümlüyüz. İşte bu sonlu olanı sonsuza çevirme gayreti bizi bizden uzaklaştırıyor. Hem şanslıyız hem şanssız. Hem müdrikiz hem anlamaz. Hem dindarız hem nefsine yenilmiş. Şanslıyız çünkü bu dine müntesibiz, şanssızız çünkü ahir zamandayız. Müdrikiz çünkü Müslümanlığın haysiyetine talibiz, anlamazız çünkü çağa mağlubuz. Dindarız çünkü öyle gördük, nefse yenilmişiz çünkü doğru İslam’ı değil olan İslam’ı görüyoruz binaenaleyh işin ciddiyetinden ziyade vasat bir sürdürülebilirlikte kalıyoruz.
Şaşırılası değil bunlar, en nihayetinde beşeriz. Beşer yanılarak öğrenendir. Kaybederek kazanandır, çoğu kez nedametle doğruya ulaşandır. Doğruyu da Allah’ın işaretlerinde bulandır.
O işaretlerden biri de Ramazan’dır. O işaret ki renk verir insana, ilim verir, neşve verir, bilinç verir, aidiyet verir, ümit verir, tezkiye edilmiş bir nefis armağan eder… Yolumuzu Rahmet-i rahmanın işaretleriyle çizelim. Gelin hep beraber Ramazan ayında özelde kendi nefsimize genelde yakınlarımızdan başlayarak bütün nefisleri -zincire vurulmuşken- mağlup edelim. Dünyaya gelme amacımızı dünyadakilere kanarak unutmayalım. Yaşadığımız fani-baki dilemmadan kurtularak, baki olana yönelelim. Bu ayda gönül dünyamızı Allah’ın işaretleri ile bezeyelim. Bu ayda konuşan dilimiz özensin kelime seçmeye, yürüyen ayaklar yönünü bilsin bu ayda. Göz hakka ve hakikate baksın Mâh-ı Ramazan’da.
Son olarak Enderunlu Vâsıf der ki:
“Şîve-i ‘afv-ı Hudâ’dır nazar erbâbına bu
Ramazânun ne bilir kadrini ehl-i isyân’’
Yani der ki Vâsıf, Ramazan bakmasını bilene Allahın bağışladığı bir rahmet (mağfiret) ayıdır. Ancak ehl-i isyan bunu anlayamaz. Mağfiretten ve rahmetten müstefid olalım.
Mâh-ı Ramazan’ımız hayrola!
Yusuf Yetiş