İslam ümmetinin düşmanları sadece güç ve kudret dilinden anlıyorlar. Onları insafa, insani değerlere, adalete davet etmek tecrübeyle sabittir ki beyhude ve gülünçtür. Çünkü onların sahip oldukları uygarlık şiddet ve zulüm üzerine bina olmuştur. Onları insafa ve insanlığa davet etmek, bizleri sömürerek elde ettiğiniz zenginlik ve refahınızı terk edin demektir. Buysa onların yapabilecekleri en son şeydir.
israil, Amerika, Avrupa ve diğer düşmanlarımız sadece güç ve kudret dilinden anlıyorlar. Onlarla anladıkları dilden konuşmaktan başka çare yok. Bu ise ancak vahdetle olur. Müslümanlar arası gerçekleşecek sağlam ve kalıcı bir vahdet…
Müslümanlar arası vahdet denilince hemen aklınıza Suudi, Mısır cuntası ve varlıklarını düşmanlarımıza borçlu olan hain hanedanlar, krallıklar, diktatörler, satılık örgütler gelmesin. Düşmanın içimizdeki ileri karakolları hükmündeki bu yapılarla vahdet hem mümkün değil hem de anlamsızdır. Ha israil'le vahdet yapmışsız ha bunlarla…
Bizi kurtuluş ve bağımsızlığa götürecek vahdetin birinci şartı Allah'ın kitabı ve Resulullah'ın sahih sünneti ortak paydasında bir araya gelmek olmalıdır. Vahdet İslami hareketlerin, İslami cemaatlerin, gerçekten de İslam ve Müslümanlar için bir şeyler yapmak isteyen dindar yönetici ve devletlerin arasında olur. Ümmetin başına bela olmuş satılık rejim ve hanedanları vahdete çağırmak beyhudedir. Hem böyle bir vahdete de ihtiyacımız yok. Onun bize yararı da yok…
Peki, ümmeti zalim düşmana karşı birleştirecek, güç ve kudretini artıracak, zillet çukurundan kurtarıp izzet kapılarını açacak vahdet nasıl gerçekleştirilecek? Herkes vahdet diyor ama herkes kendini vahdetin merkezine koyarak bunu yapıyor. Vahdet adı altında kendine, kendi mezhebine, kendi meşrebine, hatta kendi ırkına, kavmine çağırıyor.
Ben âcizane vahdetin önünü açacak en iyi yöntemlerden birinin Üstad Bediüzzaman'ın yöntemi olduğuna inanıyorum. Üstad, vahdete giden yolda üç önemli tavsiyede bulunuyor. Bunlardan birincisi bilgi ve bilinçtir. Müslümanlar gerçekten dinlerini iyi bilmeli, iyi öğrenmeli, Kur'an ve sahih sünneti temel referans almalı, ümmetin vahdetine, Müslümanların birliğine, bunun gerekliliğine inanmalı. Kurtuluşun vahdet ve birlikten geçtiğini gerçek anlamda kavramalı ve ümmetin kardeşliğini, iman ve inanç birliğini her şeyden üstün tutmalı. Üstad risalelerinde vahdet ve Müslümanlar arası birliğin kurtuluşu sağlayacak en önemli menzillerden biri olduğunu ısrarla gündeme getirmiş, bu konuda bir bilinç oluşması için çabalamıştır. Önce bilinç, vahdetin gerekliliğine inanç…
Üstadın önerdiği ikinci düstur şudur: “ Benim mezhebim, meşrebim en hak olandır ama tek hak olan değildir!” Bir insanın kendi mezhep ve meşrebini diğerlerinden üstün tutması doğal bir durumdur. Öyle olmazsa adam ne diye o mezhep ve meşrebi seçsin ki? Bir Sünni, bir Şii, bir Hanefi, bir Caferi, bir Şafii veya bir Zeydi ya da herhangi bir cemaat ve tarikata mensup bir Müslüman kendi mezhep, meşrep, cemaat ve tarikatını diğerlerinden üstün görebilir. Bu vahdete, kardeşliğe engel olmaz. Ama sadece kendini hak görürse, herkesi kendi mezhep ve meşrebine ısrarla davet edip gelmeyenleri tekfir eder, batıl kabul ederse bu olmaz işte. Bu anlayış vahdet ve kardeşliğin önündeki en büyük engellerden biridir. Bu anlamda Üstadın tavsiyesi vahdete götürecek diğer bir önemli menzildir.
Yine Üstad her söylediğin hak olsun ama her hakkı her yerde söyleme diyor. Yani her sözün, her amelin hak olsun lakin bu hakkı söylerken, yaparken Müslümanların vahdetini, maslahatını, kardeşlik hukukunu gözetmelisin. Söylediğin hak bile olsa Müslümanların kardeşliğine zarar verecekse, Müslümanlar arasında tefrika ve bölünmeye neden olacaksa, soğukluğa sebebiyet verecekse o hakkı kendine sakla. Söyleyeceğin hak söz düşmanının elinde bir silaha dönüşmesin.
Üstad Bediüzzaman'ın bu inci konumundaki tavsiyeleri dinlenirse eğer inanıyorum ki alçak düşmana karşı güç ve kudret sahibi olmak isteyen Müslümanlar bu amaçlarına önemli ölçüde yaklaşacaklardır.