İslam ümmetinin bugün yaşadığı en büyük sorun tefrika, yani bölünmüşlüktür. Tefrika en sinsi, en büyük düşmandır. Manevi bünyemize musallat olan bu illet, maddi bünyemizi de harap hale koymuş bulunmaktadır. Mazisi çok eskiye dayansa da, bu hastalığın sebep olduğu felaketler bugünküsü kadar hiç acı ve tehlikeli olmadı. Evet, tefrika bir hastalıktır. Beyinde oluşan, oradan da bütün bir vücuda sirayet edip bünyenin felç olmasına sebebiyet veren fecî bir hastalıktır.
Bir toplumun beyni onu yöneten mekanizmalar, kalbi de eğitim kurumlarıdır. 'Yönetim' ve 'eğitim' sanki toplumsal beynin sağ ve sol bölümü gibidirler. Bu her iki mekanizma sağlamsa toplum da sağlam, çürükse toplum da çürük olur. Hadis-i şerifte bu hakikat şöyle ifade edilmiştir: 'İnsanlar içinde iki sınıf vardır ki, onlar doğru olunca insanlar da doğru, onlar bozulunca insanlar da bozulur. Bu iki sınıf, yöneticiler ve bilginlerdir.'(Kenzü'l ummal)
Sosyal bünyeye tefrika mikrobu bulaşınca, bozulma ve çözülme başlar. Bir sonraki süreçte bünyeye kurtlar musallat olur ve onu bitirirler. Şunu demek istiyorum; kurtlar dışarıdan değil; içeriden sebeplerle bünyeye musallat olur. Şayet bugün dış güçlerin tasallutunu yaşıyorsak bunun nedenlerini dışarıda değil, içeride, kendimizde aramamız gerektiği hakikatini asla unutmamalıyız. Ne yanlışlar yaptık ki bu kurtlar bize musallat oldu diye düşünmek, hata ve yanlışları düzeltip tevbe etmek ve yeniden diriliş için Allah'tan yardım dilemek gerekir.
Bünyeyi güçlendirmek ve ayağa kaldırmak için her şeyden önce tedavinin gerekliliğine inanmak lazımdır. Sabırla tedaviyi sürdürmek, çok acı da olsa gerekli olan ilaçları aksatmadan almak zarureti vardır. Doktor Hz. Muhammed Mustafa(sav), ilaçlar da Yüce Kur'an'ın hükümleridir. Önce bunun böyle bilinmesi şarttır. Hastalıktan şifa bulmak için hangi doktora başvurulacağı hususu da son derece önemlidir. İlgili branşın doktoru dışındakiler hastalıktan anlamadıkları gibi, yazdıkları reçeteler de aksi etki yapar. İslam ümmetini tekrar bir araya getirecek olan Kur'an'ın esaslarıdır. Batı'nın sunduğu tedavi yöntemlerinin bizi iyileştirmek yerine daha da kötü hale koyduğunu tarihi tecrübeye bakarak görmeliyiz artık.
Bazı odaklar kasıtlı olarak artık 'ümmet' adı altında bir vahdet ve kardeşliğin hayal mahsulü bir ütopya olduğunu dillendirmeye ve bu yönde bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. Ümitsizliğe kapılan kimi müslümanlar da bu gibi telkinlerden etkileniyorlar. Yıkılan bir binanın tekrar yapılmayacağı algısını oluşturmaya çalışan fırsatçı müteahhitin gözü arsadadır. Oraya el koyup kendi dikeceği uyduruk dairelerde arsa sahiplerini kiracı yapmak amacındadır. Batı, doymak bilmez ihtirası ile kendisi dışındaki toplumların her şeyine el koymak istiyor. 'Biz olmadan siz yaşayamazsınız' propagandası ile toplumları adeta hipnotize ediyor. Sahip olduğu maddi gücü kullanarak diğer toplumları esarete mahkûm ediyor, köle ruhlu olmalarını istiyor. Başkaldıran olursa, hemen yok ediyor.
Etnik ayrımcılık, mezhepçilik ve ahlâksızlaştırma, batılıların kullandığı en tehlikeli silahlardır. İlkesiz, kişiliksiz, sorumsuz, arzuları peşinde koşmayı hayatının amacı olarak gören bir insan tipi oluşturma siyaseti, batılıların sömürülerini devam ettirebilmek için öteden beri uyguladıkları politikalarıdır. Sürüleştirilen bir toplumu gütmek ve kullanmak kolaydır çünkü. Batı'nın bu korkunç silahına karşı ancak İslam'ın sunduğu 'takva' (korunma) elbisesine bürünerek varlığımızı muhafaza edebiliriz. Takva her türlü şeytani hilelere karşı koruma sağlayan en sağlam zırhtır. Bugün müslümanların en çok ihtiyaç duyduğu silah da budur. Takva kalesini tahkim etmek gerekir. Oradan içeri giren düşmanı çıkarmak çok güç olur. Düşünün bir, ABD'nin son yıllarda özellikle İran ve Küba gibi devletlerle ilişki kurmak için çırpınmasının önemli sebeplerinden biri de, bu ülkelere batılı yaşam tarzını sokarak onların dirençlerini bu noktadan kırmaktır. Çünkü batılı yaşam tarzı, uyuşturucu misali insanlarda bağımlılık oluşturur.
Dillerin ve renklerin farklılığı Allah'ın kudretinin ayetlerindendir. Önemli olan derinin rengi değil, iç dünyanın güzelliği ve ahlâki olgunluktur ki bu da iman iledir. Etnik kimliğini imanının önüne geçiren kişi gerçek imandan uzaktır. İman tevhidi, tevhid de kardeşlik ve sevgiyi gerektirir.
Vahdet ve kardeşlik ilâhi bir kanundur. Evrenin her parçasında bu kanun egemendir. Şayet bu ilâhi yasa olmasaydı, evrendeki bu akılları durduran nizam ve ahenk de olmazdı. İlâhi vahiyin teorize ettiği bu yasayı, Hz Muhammed Mustafa (sav) sosyal alana taşımış ve en muteşem şekliyle uygulamıştır. Bin dört yüz yıl önce, yarı bedevi Arap toplumunda dillere destan bir birlik ve kardeşlik oluşturan İslam, bugün aynı dine müntesip bir toplumun birlik ve kardeşliğini neden sağlayamasın?
Üstad Bediüzzaman (ra), tam yüz yıl önce ümmetin bu hastalığını hem teşhis etti, hem de Kur'anî reçetesini yazdı. O reçetenin şimdi hâlâ geçerli olduğuna inanıyorum. Kürtler, Türkler, Araplar, Şiiler, Sünniler bu reçeteyi kullanmanın dışında bir şansa sahip değiller. Ya bu Kur'anî reçete kullanılacak, ya da bugüne rahmet okutan daha kötü yarınlarımız olacak.
Üstad, İhlas ve Uhuvvet risaleleri ile Hutbe-i Şamiye adlı eserlerinde bu tefrika ve düşmanlık illetinden nasıl kurtulacağımızı, kardeşliği ne şekilde tesis edeceğimizin esaslarını ortaya koymuştur. O, hayatını bu gayeye adamıştı. Bediüzzaman, sadece yazdıklarıyla değil, yaşamı ile de bunu göstermiş olan geçek bir peygamber vârisidir.
Bu yıl Peygamber Sevdalıları Platformu'nun kutlu doğum etkinliklerinin teması olarak 'vahdet ve kardeşliği' seçmesi önemlidir. Her zaman ve mekânda bu hakikatin ciddi bir şekilde dillendirilmesi, bir ibadet ruhu ile hayata geçirilmesi için çaba harcanması gerekir. Zira günümüzün en büyük cihadı budur.