Büyük bir güç ve kuvvet haline gelen her siyasi, toplumsal, dinsel hareket büyüdükçe aynı zamanda bölünme tehdidi altına da girer. Bunun hem iç dinamiklerden kaynaklanan hem de dış düşmanlardan kaynaklanan sebepleri vardır. İçeride, Müslümanları oluşturan bireyler arasındaki bazı fikri ayrılıklar, insafsızca yapılan eleştiri ve tartışmalar, uygun görmesek bile rekabet ve iktidar mücadeleleri… Dışarıdaysa İslam’ı kendisine rakip, engel veya düşman olarak gören, başta Yahudi ve Hıristiyanlar olmak üzere diğer devletlerin, kışkırtma, teşvik ve hatta silah yardımları… Tüm bunlar maalesef geçmişte ve günümüzde Müslümanlar arasında ilk önce insafsızca fikri tartışmalar ve daha sonra da silahlı çatışmalar ortaya çıkarabilmektedir.
Savaş meydanlarında Müslümanlarla baş edemeyeceklerini anlayan dış güçler İslam’ı ve Müslümanları zayıflatmanın en kolay yolunun onları bölmek ve hatta böldükten sonra da birbirleriyle savaştırarak birinin gücünü diğerinde tüketmek olduğunu çok iyi bilirler. Bu nedenle İslam düşmanları bir taktik olarak sürekli Müslümanların içinde fikir ayrılıkları, rekabet ve iktidar mücadeleleri oluşturmaya veya var olanları büyütmeye çalışırlar. İslam tarihine baktığımızda bunun sayısız örneklerini görebiliriz. İslam’ın baş edilmesi imkânsız bir güç ve imparatorluklar yıkan bir devlet haline gelmeye başladığı örnek halifeler döneminin – Allah onlardan razı olsun- hemen sonlarından itibaren yukarıda stratejisini açıkladığımız planın yürürlülüğe konulduğunu açıkça görmekteyiz. Daha sonraları Emevvi, Abbasi, Selçuklu ve hatta Osmanlı İmparatorluğu’na karşı uygulanan plan ve projeler hep aynı taktik çerçevesinde geliştirilmiştir. Böl, parçala, zayıflat ve sonra yut…
Osmanlı için söyleyecek olursak, Batı, Birinci Dünya savaşının sonunda Sevr ve Mondros anlaşmalarıyla bu emeline ulaşmış ve Osmanlıyı 50 küsur devlete bölerek tarih sahnesinden silmişlerdir. Günümüzde ise Osmanlıdan ayrılan bu 50 küsur devletin her birisinin içinde ayrı fitneler, tefrikalar oluşturmuşlar ve hiçbirisini rahat bırakmamışlardır. Müslümanlar için aslında büyük bir güç ve enerji kaynağı olan çeşitli ırk, millet, mezhep, meşrep, gurup ve tarikatları, İslam düşmanları alttan alta daima karıştırmış bazı mensuplarını etkileyerek hatta direk kullanarak, İslami gruplar veya milliyetler arasına kin ve nefret tohumları ekmişlerdir. Böylece Müslümanları birbirlerinden soğutarak İslam kardeşliğini unutturmuş, birbirlerine düşman etmişlerdir.
Hem de Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlara, “Hepiniz toptan Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın ve sakın tefrikaya düşmeyin, yoksa gücünüz kuvvetiniz dağılıp gider.” şeklindeki açık ve net emrine rağmen.
Allah bütün Müslümanlara Allah’ın dinine hep beraber sımsıkı yapışmayı ve tefrikaya düşmemeyi emrediyor. Ancak Müslümanlar birbirleriyle uğraşmaktan, birbirlerini suçlamaktan, birbirini tekfir etmekten ve birbirleriyle savaşmaktan geri durmuyorlar. Resulullah Efendimizin, “Kılıçlarıyla –silahlarıyla- karşı karşıya gelen ve savaşan Müslümanlardan öldüren de ölen de cehennemdedir” yüce buyruğunu bilmelerine, hatta ezberlemelerine rağmen. Mazeretleri hazırdır; ama şöyle derler, ama böyle… Ama, ama, ama…
Alın bir ama daha;
Ama Resulullah bu hadisine hiçbir istisna koymamış ve ama şöyle olursa Müslüman kardeşinizle savaşabilirsiniz, onu öldürebilirsiniz, vahşice katledebilirsiniz, kafasını kesip kahramanca poz verebilirsiniz dememiş. Resulullah Efendimizin sözü bir çocuğun anlayabileceği kadar açık ve net; “Kılıçlarıyla –silahlarıyla- karşı karşıya gelen ve savaşan Müslümanlardan öldüren de ölen de cehennemdedir.”
İşte günümüzde başta Suriye ve Irak’ta yaşanan savaş olmak üzere bütün İslam coğrafyasında Müslümanların çektiği acıların, düştükleri zilletin özeti budur. Tarih boyunca İslam düşmanlarının Müslümanlara karşı uyguladığı taktik de budur. İslam her şeyin, her problemin, her hastalığın ilacını, çaresini ürettiği gibi bunun da ilacını üretmiştir aslında, Vahdet…
Ama vahdet kimilerine göre acı bir şurup. Milyonlarca Müslümana acı çektirmek pahasına bile olsa onlar asla bu acı şurubu içmeyeceklerdir. Geriye tek bir şey kalıyor, o da mahşer meydanın da Allah’ın huzurunda “Allah’ım Müslümanların kanına girdim ama…” demeleri. Sizce Allah’u Teâlâ bu mazeretlerini kabul eder mi bilemem, ama bence asla.
Selam ve dua ile Allah’a emanet olun.