Hikmet kelimesi için çok sayıda tanım yapılmıştır. Tüm bu tanımların etrafında döndüğü mana ise “eşyayı yerli yerine koymak”, ”her şeye hakkını vermek”tir.
Kur’an-ı Kerim’de hikmet kelimesi yirmi defa kullanılmış, bunların onunda kitapla beraber zikredilmiştir. (Bakara: 129,151,231; Ali İmran 48,81,164; Nisa 53, 115; Maide 110; Cuma 2)
“Aranızdan size bir peygamber gönderdik...Size kitabı ve hikmeti öğretiyor.” (Bakar 151)
Kitapla beraber zikredilen hikmet kelimesinden kastın Resulullah (sav)’ın sünneti olduğu âlimlerin çoğunluğunca ifade edilmiştir. Bakara suresinde ise şöyle buyurulmaktadır.
“O, dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilirse o kimse birçok hayra nail olmuş demektir. Bunu ise ancak derin kavrayış sahibi olanlar düşünüp anlarlar” (Bakar 269)
Burada geçen hikmetin anlamı ise Katade ve Mücahid’e göre, Kur’an’da fıkıh sahibi olmak; İbn Abbas’a göre Kur’an bilgisi, İbrahim en Nehai’ye göre Kur’an-ı Kerim’de anlayış sahibi olmak; İbni Zeyd’e göre dini akletmek; Malik bin Enes’e göre Allah’ın emri hakkında tefekkür etmek ve ona tabi olmaktır.
Tüm bu manalar birbirine yakındır ve tamamı Kur’an’ı anlamayla ilgilidir. Yukarıdaki ayeti kerimenin, bütün fıkıh kitaplarının giriş sayfasında yazılan şu hadisi şerifle benzerliği de dikkat çekicidir.
“Allah kimin hakkında hayır murad ederse onu dinde fakih kılar.” (Buhari)
Bu hadisi şerifi yukarıdaki ayeti kerimenin bir tefsiri şeklinde alırsak hikmetin karşılığı da “dinde fakihlik” olur.
İnsan somut bir vakıanın içinde yaşmakta bu yaşamda birçok şart, durum ve sorunla karşılaşmaktadır. Tüm zamanlar ve tüm insanlar açısından düşünülürse çok farklı şartların olduğu görülür. Buna karşın Kur’an-ı Kerim sınırlı sayıda hükmü barındırmaktadır. Ancak Kur’an-ı Kerim, her konuda somut hüküm koymayıp bazı konularda sadece ilkeler getirdiğinden her vakıa ve sorunla ilgili Kur’an-ı Kerim’de hüküm bulunmaktadır.
Burada sorun, karşılaşılan her durumla ilgili uygun hüküm veya ilkeyi belirleme; başka bir deyişle somut vakıa ile ona mutabık Kur’ani hüküm doğru bir şekilde tespit etme sorunudur. Bazen aynı sorun ile ilgili farklı aşamalarda uygulanmak üzere farklı hükümler bulunması da altından kalkılması gereken diğer bir güçlüktür. Örneğin kâfirlerle ilişki için Kafirun suresinde “Sizin dininiz size, benim dinim bana” denilmesi emredilmişken Tevbe suresinde en yakın kâfirlerle savaş emredilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında hikmeti somut vakıaya hangi Kur’ani hükmün uygulanacağını bilmek şeklinde tanımlayabiliriz. Bu tanım, hadisi şerifte zikredilen dinde fakih olma manasına da uygundur. Çünkü dinde fakih olmak da karşılaşılan bir olaya dini naslardan çözüm bulmaktır.
Esasen sünnet de Kur’an’ın hayata aktarılmasıdır. Resulullah (sav) kendisine gelen vahyi önündeki somut şartları değerlendirerek hayata aktarmış ve bu şekilde sünneti oluşturmuştur. Dolayısıyla kitapla beraber zikredilen hikmet alimlerimizin ifade ettiği gibi sünnet anlamındadır.
Burada sünnetin de ilahi kaynaklı olduğu anlaşılmış olur. Çünkü ayeti kerimelerde kitapla beraber hikmetin de inzal edildiği ifade edilmiştir. (Bakara 231) Dolayısıyla Allah Teâlâ, kitapla beraber kitabın nasıl uygulanacağı da Resulüne indirmiş ve Onun (sav) ilk uygulaması sünnet olarak isimlendirilerek sonradan gelen bizler için Kur’an’la beraber ikinci bir delil olma özelliği kazanmıştır.
Ancak Kur’an’ın ve onun hikmetle hayata aktarımı olan sünnetin varlığı mevcut sorunlarımızı hemen çözememektedir. Çünkü insanlar, toplumlar ve bir bütün olarak hayat şartları çokça değişmiştir. Dolayısıyla bugün içinde bulunduğumuz somut vakıa ile ilgili İslam’ın hükmüne ulaşmak için tekrar hikmete muhtacız. Bu sefer hem Kur’an-ı Kerim’i hem de onun ilk uygulaması olan sünneti göz önünde bulundurup yaşadığımız somut vakıayla ilgili İslam’ın çözümünü bulmak zorundayız.
Bunun için hem yaşanılan somut vakıanın hem de İslami nasların iyi bilinmesi gerektiğine kuşku yoktur. Her iki bilgiye sahip olununca da Kur’an-ı Kerim hayatla bağlantı kurularak okunmalı, sünnete de bu şekilde yaklaşılmalıdır.
Bugün Müslümanlar olarak yaşadığımız sıkıntıların en büyük sebeplerinden biri, Kur’an’la hayat bağlantısını kuramamamız, Kur’an’a hayattan kopuk yaklaşmamızdır.
Çoğunlukla yaşadığımız çağın gerçekliğini bilenler Kur’an’a aşina değilken, Kur’an’a vakıf olanlar da çağın gerçekliğini ıskalamaktadırlar. Hikmet ise bu ikisine vakıf olup onları doğru eşleştirmektir.