"Vakıa ile ideal olan" arasında İslamî hareket

Abdulhakim SONKAYA

Allah(c.c), “Vakıa, vaki olduğunda ona kimse yalan diyemez. Alçaltır, yükseltir. (Vakıa:1-3) buyurur.  Vakıa, mevcut fiilî durumdur. Yukarıdan aşağıya düşerek yerde zemin bulan her şey vakıadır ve genel olarak vakıa, ideal olanın zıddıdır. Kültür, coğrafya, tarih, sosyoloji, mevcut otorite-müesses nizam vakıayı tayin eder. Buna mukabil değerler bütün bunlardan soyuttur, vakıaya bağlı değildir.

İnsanların tabiatı ekseriya vakıayı kabullenme eğilimindedir. Bu sebeple ideal sahibi kimseler maceracılık ve hayalperestlikle suçlanmıştır. Çoğu insana göre vakıaya aykırı her durum bir nevi deliliktir. Bu nedenle Peygamberlere yönelik ithamlardan biri de hâşâ mecnunluk olmuştur.  Müslümanlar açısından vakıanın “alçaltma ve yükseltme özelliğini(hafd u ref’)” nasıl anlamak gerekir?

Müslümanlar açısından bu; hedefini unutmadan vakıaya yoğunlaşmak, tevazu göstermek, gerektiğinde alttan almak, sabır ve tedriçtir.

Tevazu, mevziden; mevki de vakıadan gelir ki mana itibariyle hepsinin birbiriyle alakası vardır.  Gerçekten baktığımızda tevazu, mevzi’i ve mevki’i bilip buna göre muamele etmektir. Müslüman, tevazu göstermezse mevzi ve mevki kaybeder.

Ayette “alçaltır” tabiri “hafd” kelimesiyle ifade edilmiştir. “Hafd” da altta olan esredir. Yani cer hareketidir. Cer altta olduğu halde harfi kendisine çeker. Bunun gibi, Müslüman içinde bulunduğu toplumda tevazu açısından esre gibidir. Kendisi alttan alır ama altta kalmaz, asla vakıaya teslim olmaz. Aksine vakıayı kendisine doğru çekerek değiştirmeye çalışır. Bu nedenle vakıanın bir özelliği de yükseltmektir. Müslüman, vakıaya karşı vaziyeti alttan alırken aslında yükselir. Ref’ olur. Ref’ aynı zamanda Arapçada zammedir.  Zamme de (ref’) amilin işaretidir. Tayin edici ve tesir edicidir.

Müslümanın vakıaya karşı stratejisi, sabır ve tedriçtir. Tedriç de dereceden gelir. Buna göre Müslüman vakıaya karşı tedriç ile hareket ederek derece derece, aşama aşama üste çıkmaya ve vakıaya karşı inisiyatif almaya çalışır. Bunu yapmadan doğrudan vakıaya karşı mücadele yöntemini seçen kimse mevzi kaybeder, derecesi düşer ve en nihayet vakıanın altında kalmaya mahkûm olur.

Vakıa, kendisini insanlara dayatır. Ekseriyetle insanlar da bu durumu kabullenir. Bunun uluslararası ilişkilerde bile “reel politik” adı altında uygulamalarına şahit oluyoruz. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, “vakıa ile ideal” arasındaki dengenin gözetilmesidir. Zira Müslümanlar arasındaki ihtilafların ana sebebi de budur. Kimi Müslümanlar hedefleri ve idealleri unutarak tamamen vakıaya teslim olurken kimi Müslümanlar da vakıayı ihmal ederek tamamen ideal olana odaklanıyor. Bu da Müslümanlar arasında ciddi ihtilaflara sebep oluyor. Bir taraf diğerini maceracılıkla, aşırılıkla suçlarken diğer taraf da ötekisini taviz vermek ve boyun eğmekle itham ediyor.

Vakıayı dikkate alarak hareket eden, öte yandan asla ulvi ve tartışılmaz ideallerini akıldan çıkarmayan Müslümanlar vakıanın altında kalmaz aksine ref’ olur, yükselir ve yücelir. Eninde sonunda vakıaya karşı inisiyatif kazanacak duruma gelir. Çünkü idealler yücelerde vakıa ise yerdedir, süflidir. Her kim ki daima yüce hedeflere yüzünü çevirirse makam sahibi olur, inisiyatif elde eder. Yönetici ve yönlendirici olur. Ulvi hedeflere odaklanıp vakıayı ihmal eden kimse de maceracı ve hayalci olarak görünür.

Vakıa; kültüre, tarihe, geleneğe ve sosyo-psikolojiye bağlı olarak bölgeden bölgeye, halktan halka farklılık arz eder. Bir yerin vakıî şartları(realitesi) diğer yere tamamen ters gelebilir. Tersi de varittir. İslami gayret, bütün bunları dikkate almak zorundadır. Örneğin, ülkenin batısında faaliyet gösteren İslami camianın devlet bürokrasisi ile mukaddesatçı-milliyetçi kesimlerle ilişki kurması doğuda farklı şekilde algılanabilir. Keza doğudaki İslami camianın PKK çevreleriyle barıştan bahsetmesi batıdaki muhafazakâr mukaddesatçı çevrelerde farklı bir algıya yol açabilir. Öyle veya böyle bunu aşmanın yolu yukarıda zikredilen dengeye bağlı kalmaktan geçer.

 Mesela, Müslüman düşünürler ile cemaat arasındaki eşgüdümsüzlüğün sebebi de budur. Müslüman aydın ve düşünür, daima teoriğe ve ideal olana odaklanırken Cemaat ise vakıaya uygun, uygulanabilirliği olana yoğunlaşır. Oysa burada bir koordinasyonun olması mümkündür. Müslüman aydın ve düşünürler bir nevi cemaatin Ar-Ge(Araştırma-Geliştirme) kurumu gibi çalışmalıdır. Cemaate fikir üretmeli, öneride bulunmalıdır. Ama bunu yaparken dayatmada bulunmamalıdırlar. Cemaat de bunları değerlendirerek istifade etmelidir. Bu da “ideal-vakıa” dengesinin derleyici ve motive edici özelliğine başka bir misaldir.

Buna dair misaller çoktur. “Vakıa-ideal” ilkesinin çok geniş ve fevkalade hayatî bir uygulama alanı söz konusudur. Hareketin usul ve esasında, iç ve dış ilişkilerde mutlaka bu ilkenin göz önünde bulundurulması gerekir. 

Vakıa-hedef ilkesine bağlı olarak hareket eden Müslümanlara selam olsun.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.