Sultan Abdülhamid Han, Osmanlı'nın modernizm çıkmazını aşması ve birliğini koruması üzerinde hassasiyetle durmuş; bu yönde bir çaba içinde olmuştur.
Abdülhamid Han Dönemi'nde çok sayıda modern okul açılmış ancak bu okullarda Abdülhamid Han'ın fikriyatı doğrultusunda nesiller yetişmemiş, zira bu okullarda o fikriyat doğrultusunda ders verilmemiş, kadrolar çalışmamış.
ABDULHAMİD DÖNEMİNDE DİL PROBLEMİ
Osmanlı 19. yüzyıla geçtiğinde İslam âleminde medrese eğitiminin zayıflaması yüzünden bir iletişim problemi vardı. Daha önce bürokrasiye Arapça ve hatta Farsça bilenlerden kadro bulma problemi yoktu. Merkez ve taşra birbiriyle kolaylıkla anlaşabiliyordu. Bu yüzyılda ise merkez Batılılaştı, bu dillerden uzaklaştı, taşra ile anlaşma yolunu yitirdi. Buna çözüm yolu olarak Türkçenin yaygınlaştırılmasının saraya önerilmiş olması muhtemeldir ve makuldür.
Ancak Abdülhamid'in şahsı ile mi alakalı bilinmez, saraydaki hassasiyet bunu aşmıştır. Saray, başta Suriye olmak üzere İslam âleminin tamamına sadece Türkçe eğitimin yapılmasını emrediyor.
Osmanlı'ya sadakatleri ile bilinen Suriye Müslümanları, duruma itiraz ediyor. Türkçenin yeni okullarda güçlüce okutulmasını ama eğitim dilinin kendi vilayetlerinde Arapça olması talebinde bulunuyorlar. Bunun kabul edilmemesi durumunda Hıristiyan azınlığın Fransızların desteğiyle Suriye ve Lübnan'da açıp eğitim dilinin Arapça olduğu okullara yönelişin olacağını belirtiyor, durumu izah etmek için saraya müracaatlarda bulunuyorlar.
Mesele, Suriye'nin Fransızlara kaptırılmasına yol açacak kadar mühimdir. Zira yeni nesiller, özellikle eşraf çocukları artık Fransızların elinde yetişecektir. Suriye Müslümanlarının görüşme talepleri kabul edilmediği gibi itirazlarına da cevap verilmiyor, sadece reddedilmiyorlar aynı zamanda küçümseniyorlar, belki de bölücülükle de itham ediliyorlar.
SULTAN ABDULHAMİD'E NEDEN ULAŞILAMIYORDU?
Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî ise 1907'de İstanbul'a gelip Medresetüzzehra projesini sunduğunda tımarhaneye atılır. Nihayet İçişleri Bakını Şefik Paşa ile görüşür; Şerif Paşa kendisine “Padişah sana selâm etmiş, bin kuruş da maaş bağlamış. Sonra da yirmi-otuz lira yapacak” demiştir. Üstad, meseleyi anlamış, “Ben maaş dilencisi değilim, bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, milletim için geldim. Hem de bu bana vermek istediğiniz rüşvet ve hakk-ı sükûttur.” diye karşılık vermiş, sorunu ancak Abdülhamid Han'ın hâlinden sonra bir kez daha gündeme taşıyabilmiştir.
Oysa Filistin'de siyonist bir devlet kurmak için girişimlerde bulunan Theodor Herzl, 1901'de Abdülhamid Han'ın huzuruna çıkıp ona ülkesinin bir bölümü olan Filistin'i kendilerine satması teklifi cüretinde bulunabilmiştir.
Eğitim dili için görüşme talebinde bulunanlara cevap verilmez, bir okul başvurusunda bulunan tımarhaneye atılırken elin Siyonist Yahudisi padişahla görüşüp ona memleketinin bir bölümünü kendilerine satma teklifinde bulunduğunda elini kolunu sallayarak saraydan çıkabiliyordu.
Arada kim vardı acaba?
Vambery, fakir bir Macar Yahudisi ailesinin bir ayağı aksak çocuğuydu, iddialara göre terzi çıraklığı yaparken dil bilimi filolojiye ve Türk tarihine merak salmıştı. Önce Avrupa dillerini, ardından Türkçe, Arapça ve Farsçayı öğrenmiş, Asya halklarının kökenleri hakkında araştırmalar yapmaya yönelmişti.
Yirmi iki yaşında İstanbul'a gelen Vambery, Osmanlı büyüklerinden Asıf Bey ve Rıfat Paşa'nın hizmetinde Avrupa dilleri öğretmeni olarak çalışmış, bu sırada Türkçenin farklı ağızlarına vakıf olmuş, Almanca-Osmanlıca bir sözlük de hazırlamış, İstanbul'un Türkçülükten söz eden gözde adamları arasında yer almıştı.
Daha sonra derviş kılığına girip Macar İlimler Akademisi'nin desteğiyle Ermenistan, İran ve Orta Asya'yı dolaşmış, kültür farklarının yanında Sünni ve Şiiler arasındaki duruş farkına da hakim olarak ona vazife verenlere göre bilgeliğe ulaşmıştı.
İngiliz istihbaratı onu bulmuş ve ona Raşid Efendi ismini vererek bütün masrafları kendilerinden karşılanmak üzere İstanbul'dan gemiyle Trabzon'a, oradan katır üstünde kervanlarla Tebriz ve İsfahan'a göndermiş. Tahran'da bir süre Osmanlı elçiliğinde kalmış, bu arada İngiliz Elçiliği ile sıkı bir temas kurmuş. Hazar Denizi'nin güneyinden Buhara, Semerkant ve Hive'ye geçmiş, arkasından Herat ve Tahran üzerinden İstanbul'a geri dönmüştü.
Onun istihbarat için kaynağı artık sadece saha gözlemleri değildi, aynı zamanda Osmanlı paşa, bey ve elçileri idi, onlarla görüşüp bütün Müslümanlara devlet gücüyle öğretilmesi gereken ana dillerinin muazzamlığına ve tarihlerinin büyüklüğüne onları inandırırken aynı zamanda onlardan İngilizler için bilgi topluyordu. Dost oldukları, ders verdikleri arasında kimler yoktu ki? Abdülhamid'in adliye bakanı Ahmet Cevdet Paşa'nın babası, Kanun-i Esasi'yi hazırlayanlardan ve Sadrıazzam Mithat Paşa, Hariciye Nazırı Rıfat Paşa…
Vambery, Hariciye Nezareti'nde tercüman olarak görev almış; İngiliz ve İtalyan büyükelçilerinin huzura alındığı bir gün, görüşmelerden sonra dile hâkimiyetinden dolayı Sultan Abdülmecid'in iltifatına mazhar olmuştur. Bu sırada Avrupa'nın yüksek tirajlı gazetelerinde yazdığı sözde Osmanlı yanlısı yazıları ile Batı'da şöhreti yakaladığı gibi Osmanlı nezdindeki kadr u kıymeti de artmıştır.
Sultan Abdülhamid ile yolu Sultan'ın kız kardeşi Fatma Sultan'a bir perde arkasından özel Fransızca dersi verdiği 1858 yılında kesişmiştir. O günlerde henüz bir çocuk olan Sultan Abdülhamid'e Fransızca öğretecektir. Gün gelir Sultan Abdülhamid'in sultanlık günlerinde Londra sözcüsü bile olacaktır.
Siyonist Herzl'le sıkı bir temas halindedir Vambery. Herzl, Sultanın Filisitin'i vereceğinden kuşkulandıkça Sultan'ı yakından tanıyan Vambery, onu cesaretlendirmiştir.
Bir ara Herzl umutsuzluğa kapıldığında Herzl'e “israil projesinin ilk adamını teşkil eden Siyonizmi Yıldız Sarayı'na sokmayı başardım; bu işlen siz isteseniz bile ben vazgeçemem” diye çıkışır, ondan daha azılı bir siyonist kesilir İngiliz istihbaratı elamanı, Abdülhamid Han'ın sözde Türkçe eğitim hayranı danışmanı.
Abdülhamid gibi Jön Türklerle de iyi bir dostluk kurmuştur Vambery. Abdullah Cevdet ve Alin Nuri Bey onu ta Viyana'da ziyaret ederler, yüksek fikirlerinden yararlanırlar.
Siyonizmi engellediğini düşündüğü Arap İzzet Holo Paşa'yı devirmeyi düşünecek kadar ihtiraslı olan Vambery, sarayda siyonizmin emellerinin önüne geçecek her ne varsa onu bertaraf eder.
Garip! Osmanlı'ya sadık Suriye Müslümanları Suriye'de güçlü bir Türkçe eğitiminin yanında eğitim dilinin Arapça olmasını teklif ettikleri için “hain” sınıfına alınıyorlardı, Said-i Nursi bir okul teklifi uğruna tımarhaneye atılıyordu. Vambery ise Türkçenin bütün Osmanlı tabasına tek eğitim dili olarak öğretilmesini, ondan başka her ne olursa olsun başka bir eğitim dilinin kabul edilmemesini savunduğu için Osmanlı dostu oluyordu.
Netice mi? Öneride bulunan Suriye Müslümanları Osmanlı yanlısı tezlerinde Fransız yanlısı milliyetçiler karşısında zayıf düştüler. Suriye'de meydan Fransızların desteğindeki seküler Arap milliyetçilerine kaldı, gün geldi Suriye Fransız sömürgesi oluverdi. Seküler Arap milliyetçileri bütün Arabistan'ın yanında Filistin'in de Batılıların sözde himayesine alınmasına bayram etti.
Padişahın parayla satmadığı Filistin Vambery'nin milliyetçilik projesi sayesinde paşa paşa Yahudilere teslim edildi. Padişahın silahla savunduğu koca devlet, milliyetçilik sayesinde param parça oldu.
Irkçılık tavan yaparken, onun karşısında duranlar hain ithamı ile yüz yüze iken Vambery ve onun ısrarları üzerine düşünmekte, ondan haberdar olmakta yarar yok mudur?