“İşte böylece sizin insanlığa şahidler olmanız ve Resul’ün de size şahid olması için sizi vasat bir ümmet kıldık…” (Bakara: 143)
İnsanoğlunun yaratılış itibariyle hırslı ve birtakım aşırı tutku ve temayüllere sahip olduğu bir gerçektir. Sahip olduğu bu vasfından dolayı zaman zaman kendini kontrol etmekten ve frenlemekte zorlanmış ve aciz kalmıştır. Hatta öyle ki, Allah’ın Resulleri dahi onları kontrol altında tutmakta ve Allah’ın koymuş olduğu sınırlar içinde muhafaza etmekte güçlük çekmişlerdir. Allah (cc)’ın vahyinden ve vahyin terbiyesinden uzak kaldığından o kadar azgınlaşmış ve haddi aşmış ki : “Ben sizin en yüce Rabbinizim!” (Naziat: 24) diyecek kadar küstahlaşmıştır. Böylesi azgın ve tâği ednalara kitleler tabi olmuş, onlara boyun eğmiş, ma’bud olarak kabul etmiş ve daha bir azgınlaşmalarına katkı sağlamışlardır.
Bu tür azgın tağutlar ve onlara tabi olan mücrim topluluklar, insanlık tarihinin hiçbir döneminde eksik olmamış ve günümüz dünyasında daha bir azgınlaşarak hayatiyetlerini sürdürmektedirler.
Kitap ehli olup, semavi kitaba sahip olduklarını ve Resul’e tabi olduklarını iddia eden Yahudi ve Hıristiyanların Allah (cc)’ın dinini nasıl tahrif ettikleri, siyasi ve iktisadi emellerine nasıl alet ettikleri malumunuzdur. Medeniyetlerinin fuhşun, ahlaksızlığın, zorbalığın ve zulmün sembolü haline geldiği apaçık bir şekilde görülmektedir.
Burada zikrettiklerimiz kitap ehli olan milletlerin arz ettiği hazin manzaradır. İlahi kitapların öğretisinden mahrum ve nasipsiz olan diğer cahili ve şirk toplulukların durumu ise daha korkunç ve daha vahşi bir görünüm arz etmektedir.
Buraya kadar batıl ehli olan kafirlerin içinde bulundukları sapık ve esfel durumlarını birkaç cümle ile özetlemeye çalıştık. Bu mülhidler, günümüz insanlarının sahip oldukları imkan ve olanaklarını da kullanarak küfrün, tuğyanın ve mütrefliğin zirvesini yaşamaktadırlar.
“Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın-yakaladık. Birdenbire onlar bütün ümitlerini yitiriverdiler.”(En’am: 44)
Rabbimizin lütuf ve inayetiyle, ümit ediyor ve diliyoruz ki, günümüz kafirleri ve şer odakları da artık azgınlıklarının ve mütrefliklerinin son demlerini yaşıyorlar. Allah (cc)’ın irade ve kudretiyle, bu azgınların müstehak oldukları bela, musibet ve ahz-ı ilahinin kıskacındaki süreci yaşıyor olacaklarını Rabbim bizlere gösterir de gönüllerimiz ferahlanıp teskin bulur.
İslam ümmetinin durumuna baktığımızda ise, Allah (cc)’a sonsuz hamd-u senalar olsun ki İslamımız, ilk gün indirildiği gibi o mükemmelliği, canlılığı ve sımsıcaklığıyla önümüzde durmaktadır. Kur’an’ımıza en küçük bir zarar dokunmadan, tek bir harfi ve noktası dahi bir tağyire maruz kalmadan, Hiradan başlayarak yirmi üç senelik bir zaman sürecinde tekmil edilip muhafaza edildiği şekliyle Mushaf olarak elimizde ve nazım olarak gönüllerimizdedir.
“Şüphesiz zikri/Kur’an-ı biz indirdik, elbette onu koruyacak olanlar da bizleriz.” (Hicr: 9)
Ayette de görüldüğü gibi Kur’an’ın muhafazasını bizatihi yüce Mevla üzerine almıştır. İşte ilahi güvencede olan yüce Kur’an’ımız, bütün o ihtişamı, bereketi ve hidâyet menbâı olma özelliğiyle nesilden nesile yaşanılıp aktarılmak suretiyle biz Kur’an nesli Müslümanlara intikal ettirilmiştir. Aynı şekilde Resulümüzün hadisleri ve sireti de en kamil manada Müslümanların hayatında kare kare ve santim santim yaşanılıp tatbik edilmek suretiyle günümüze ve biz Müslümanların hayatına aktarılmıştır.
İslam, eksiksiz olarak elimizde olmasına rağmen, uygulama ve tatbikatı da nesilden nesile aktarılıp en kamil ve eksiksiz olarak hayatımıza aktarılmasıyla beraber, günümüz dünyasında İslam ümmetinin içinde bulunduğu hal ve durum, İslam’ın görkemliğine paralel bir parlaklık ve sürur verici bir görünüm arz etmemektedir. İslam dini biz mensuplarını aziz ve en hayırlı ümmet olarak tavsif edip tesmiye ederken, İslam ümmeti ise mahzun, esir ve mahkum bir durumu yaşamaktadır. Zira biz, sorumluluklarımız konusunda gevşek davrandık, aziz İslam’ımıza gerekli ihtimam ve itinayı göstermedik. İşte bu ihmalkarlığımızın bir neticesi olarak kutsallarımız, şeref ve izzetimiz çiğnenmiş, kafirlerin postalları altında en zelil ve makhur hali yaşamaktayız.
İslamda cihad farizası çok önemli bir yer tutarken ve İslam düşmanları, Müslümanlara karşı verdikleri savaşta hiçbir sınır tanımazken, Müslümanlara karşı en alçak en vahşi yöntemler uygulamalarıyla beraber İslam, düşmana karşı verilen savaşta haddin aşılmamasını emretmektedir. Hal böyle iken Müslümanların birbirlerine karşı bu denli ölçüsüz davranmaları asla kabul edilemez.
Müslümanlar arasında olmaması gereken bu kin ve düşmanlıklar, şüphesiz semadakileri rahatsız ettiği gibi İslam ümmetinin de yüreğini dağlamaktadır.
“Size karşı savaş açanla siz de Allah yolunda savaş açın, ancak aşırı gitmeyin! Şüphesiz Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara: 190)
Ayette zikri geçen “aşırı gitmeyin” fermanı, İslam düşmanlarına karşı verilen savaşla ilgilidir. Müslümanların bırakın birbirleriyle savaşmaları, kaş-göz işaretleriyle birbirlerini incitmeleri dahi haramdır.
Reci’ olayında Zeyd b. Dessine (ra) esir alınıp para karşılığı Mekkeli müşriklere satılır. Safvan b. Ümeyye, Bedir savaşında öldürülen babasının intikamını almak için Zeyd (ra)’ı asmak üzere Ten’im denilen yere götürür. Zeyd b. Desinne(ra) asılmak üzere iken Rabbine yönelip der ki : “Rabbim! Resulullah (sav)’i halimden haberdar et!”
Resulullah (sav) ashabıyla mescidde otururken, etrafındaki Müslümanlara Zeyd (ra)’in şehadet haberini verir.
Bizler de Müslümanlar olarak, gerek bizzat esir olanlar ve gerekse de potansiyel esir olan İslam ümmeti olarak, Zeyd b. Desinne (ra) gibi Rabbimize yönelip yalvarıyor ve diyoruz ki: “Rabbimiz! Feryadımızı kardeşlerimize ulaştır! Yaptıkları işler, düşmanlarını kahredecek işlerden değildir. Biran önce aralarındaki bu husumete son verip bütün güçlerini ve imkanlarını, İslam’ı yeryüzünden silmek üzere yola çıkıp İslam’ın bütün kutsallarını ayakları altında çiğneyen Allah ve İslam düşmanı müstekbirlere, tağutlara ve mücrimlere karşı kullansınlar! Allah’ım! Bu niyaz ve talebimizi kardeşlerimize ulaştır!”
İslam düşmanlarına öldürücü ve istisal edici darbeler indirilirken ve Allah’ın izn-i kuvvetiyle İslam düşmanlarına zilletin ve mağlubiyetin en acı ve kahredici zehirini tattırmaya ramak kalmışken, düşmanın tuzaklarına düşmek konusunda Müslümanların uyanık ve ferasetli davranmaları ne kadar büyük bir elzemlilik arz ediyor!
“Ey korkanlara cesaret veren, büyüklenenleri küçük düşüren ve zorbaları helak eden alemlerin Rabbi! Ey Allahım! Şüphesiz ki sen bu müstebid, müstekbir ve tağutların, topraklarımıza tecavüz edip, haklarımızı gaspettiklerini, yeryüzünde azgınlık yapıp fesadı yaydıklarını biliyorsun. Allah’ım! Onların tuzaklarını başlarına çevir, silahlarını bizden geri çevir, devletlerini başlarına yık! Şu topraklardan onların güçlerini attır ki senin mü’min kullarını yollarından alıkoymasınlar. Allah’ım! Onları, onlara yardım edenleri, destekçilerini ve dostlarını sana yaraşan güç ve kuvvetinle tutup yakala, kahhar olan sıfatınla da onları kahret!
AMİN YA RABBELALEMİN!