Kudüs, İslam dünyasının adeta barometresidir. Kudüs'ün durumu
İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu gösterir. İslam dünyası güçlü ise
Kudüs güvendedir. İslam dünyası zayıfsa Kudüs tehlikededir.
Bazen geçmiş, bugünü ve geleceği açıklar. Kudüs'ün iki işgali vardır. Biri, Hicri 492- Miladi 1099'daki Haçlı işgalidir. Diğeri, 1967'deki modern Haçlı Batı garnizonu israil işgalidir.
Bu yazıda 1967 değil, daha uzak işgal 492-1099 işgali anlatılacaktır. Kudüs'ün fethi daha önce gerek Doğruhaber sayfalarındaki “Eyyübi Devrim ve Medeniyetinin İslami Kimliğimiz Üzerindeki Etkisi” yazı dizisinde gerek “Selahaddin” romanımda işlendi. Kudüs'ün nasıl kaybedildiği ise o dizi ve romanda işlenmedi.
Kudüs'ün Selahaddin Hazretleri tarafından fethini işleyen nice eser vardır. Ama Kudüs'ün kaybını işleyen neredeyse hiçbir eser kaleme alınmamış. Bu konudaki bilgiler, tarih kitaplarında yıllık bilgiler içinde (salname düzeninde) bölük pörçük kalmış. Muhtemelen olayın vahameti, Müslüman tarihçileri bu olayı bütün olarak işlemekten alıkoymuş. İslam dünyası o gün ne durumdaydı? Batı, ne haldeydi? İslam dünyası nasıl oldu da Miraç yurdu, tevhid dininin mirası, dünya hâkimiyetini ifade eden Mülk-i Süleyman'ı nasıl kaybetti? Hıristiyan dünyası, Kudüs'ü nasıl aldı?
Bu yazıda Kudüs'ün Hicri 492'de işgal edildiği esas alınarak bu tarihten önceki sadece on yıl ele alınacak. Sadece bu on yıldaki İslam âlemi manzarasının acısına bile dayanabilmek, bu acının ağır baskısı altında hikâyeyi en doğru haliyle aktarabilmek pek de kolay değildir. Bir de bunun karşısına Hıristiyan âleminin durumu konduğunda acı katmerleniyor ve Kudüs'ün işgal haberiyle Müslüman yazarın kalbine bir hançer gibi saplanıyor.
Ama bizim ağıtlarımız, gerçekle aramıza perde gibi girmemelidir. Olayları incelemek ve onlara hükmeden ilahi kanunu (Sünnetullahı) keşfederek bugünümüzü ve geleceğimizi anlama yönünden o incelemelerden yararlanmak durumundayız.
HİCRİ 482 ÖNCESİ İSLAM DÜNYASININ DURUMU
Kudüs'ün işgal edildiği asırda İslam dünyası, olağanüstü bir zenginlik içindeki sultanların çekişmesiyle kavruluyordu. İslam dünyası, iki ana parçaya bölünmüştü. Bağdat merkezli Abbasiler ve Mısır merkezli Şii Fatimiler… Ancak Fatimi devleti Endülüs, Kuzey Afrika ve Arap yarımadası arasında yer aldığından, Abbasilerin bu bölgelerle ilişkisi zayıftı, buralardaki devletler bağımsız gibiydi. Dolayısıyla İslam dünyası aslında iki parça değil, üç parçaydı.
Kudüs'ün yanı başındaki Mısır'da yerleşik Fatimî devleti şatafatın doruğuna ulaştıktan sonra çöküş işaretleri veriyordu. Yönetim tamamen vezirlerin elindeydi. Ama Fatimiler, İslam dünyasının diğer kesimlerine karşı Bizans Devleti ile canlı ilişkiler içindeydi. Mekke ve Medine yönetimi de kendisine bağlı sayılırdı. Bu çöküş sürecinde bile aklı sürekli İslam dünyasındaydı, sınırlarını sürekli Bağdat'a doğru genişletmeye çalışıyor, mezhep yayma faaliyetleri ile Suriye'de karışıklıklara yol açıyordu.
Abbasi Halifeliğinin merkezi Bağdat'a karargâh kuran Büyük Selçuklular arasındaki çekişmeler çoğu zaman önce Musul'a ardından Halep'e dayanıyor; Halep çevresindeki İslam gücü bu çekişmelerde heba oluyordu. Daha H. 471'de Tutuş, Şam civarına gelmiş ve yörenin emiri Atsız'ı öldürmüştü. Tutuş, Atsız'ı Fatimilerle işbirliğiyle suçluyordu.
İç çekişmelerden fırsat bilip Bağdat'a dönen sultanlar, akıl almaz doğum günü partileri ve düğünler yapıyor, bir günde belki bir Avrupa ülkesinin gelirine denk gelen harcamalar yapıyorlardı.
Melikşah'ın kızının H. 480'deki düğünü bu şatafatın ne boyutlara ulaştığını anlatıyordu: “Bu senenin muharrem ayında Sultan Melikşah'ın kızının çeyizi 130 deve ile hilafet sarayına getirildi. Develerin çulları Rum ipeğinden dokunmuştu. Bu develerin üzerindeki çeyizlerin çoğu altın ve gümüş kaplardı. Ayrıca çeyizleri yetmiş dört katır taşımaktaydı ki bunların da çulları sultanî ipeğinden dokunmuştu. Yularları da altın ve gümüşten yapılmıştı. Altı katırın üzerinde on iki gümüş sandık vardı. Bu sandıklarda çeşitli mücevherler ve ziynet eşyaları vardı. Katırların önünde de otuz üç at vardı ki, bunların eğerleri murassa mücevher ve altından yapılmıştı. Çeyizler arasında meliki ipeğiyle örtülü bir beşik de vardı.”
Anadolu Selçukluları, Büyük Selçuklulardan bağımsız bir devletti. Bizans'a karşı konumlanmışlar, Bizans'tan büyük kazanımlar elde etmişler, İslam'ın sınırlarını İstanbul surlarının neredeyse dibine kadar genişletmişlerdi. Başkentleri İznik, İstanbul'un yanı başında sayılırdı. İstanbul üzerinden İslam dünyasına geçen Haçlıların geçiş yolları onların elindeydi. Ama onlarla Anadolu'nun İslam'la şereflenmesinde büyük paya sahip Danişmendliler arasında sürekli bir çekişme vardı.
Kudüs, İslam dünyasının adeta barometresidir. Kudüs'ün durumu İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu gösterir. İslam dünyası güçlü ise Kudüs güvendedir. İslam dünyası zayıfsa Kudüs tehlikededir.
İslam dünyası Miladi 1089, Hicri 482 yılına böyle bir ortam içinde giriyordu. Şimdi, Haçlılarla ilgili bölümü haftaya bırakarak İslam dünyasının bu tarihlerden sonraki on yılı nasıl geçirdiğine bakalım.
MÜSLÜMANLARIN KUDÜS İŞGALİNDEN ÖNCEKİ ON YILI
Hicrî 482
Bir önceki yıl, Bağdat'ta Sünnilerle Şiiler arasında büyük bir çatışma çıktı. Türklerle Abbasi halifesi arasında da uyuşmazlık vardı.
Bu yıl ise Bağdat'ın Kerh semtinde sahabeye hakaret edildiği haberleri üzerine daha büyük bir Sünni-Şii çatışması yaşandı. İslam dünyasının siyasi başkenti Bağdat'ta iki kesim arasındaki çatışmalar, Müslümanlar arasındaki ihtilafı daha da ağırlaştırdı.
Hicrî 483
Bu yıl Basra'da Belya adında bir adam ortaya çıktı. Kendisini “Mehdi” ilan etti. Haçlı papazları Avrupa kentlerinde Müslümanlara karşı savaşçı toplarken o da etrafında nice adam topladı. Basra'yı ateşe verdi. Yaktıkları arasında İslam âleminin ender kütüphanelerinden birisi de vardı.
Şatafata batan ve camileri dahi o şatafata batıran Abbasi yönetimi, bu yıl Bağdat'ta çocukların camilere girmesini yasakladı.
İlim, idareye boyun eğerse bir toplumun batması kaçınılmazdır. Çocukların camiye girmesini yasaklayan müftü, düşünüp taşındı ama emri fetvaya uyduracak bir şey bulamadı. Hz. Peygamber'in (S. A. S.) “Mescide açılan bütün kapıları kapatın. Sadece Ebu Bekir'in kapısı açık kalsın.” hadis-i şerifini kendisine delil yaptı. Yönetimden korkan âlimlerden bir fakih hariç hiç kimse bu garip fetvaya karşı çıkmadı.
Hicrî 484
Basra'da ortaya çıkan Belya, etkisini Vasıt çevresine kadar yaydı. Halka ya bana uyun ya da ölümü seçin diyordu.
Bağdat'ta da işler karışıktı. Müslümanlar, gittikçe zayıflıyor, Hıristiyanlar güçleniyordu. Yönetim, Müslümanları güçlendirmek için bir şey yapmadı. Ama Hıristiyanların yaşamını zorlaştırmaya yönelik tedbirler aldı. Daha önce Bağdat'ta güven içinde yaşayan Hıristiyanlar, yaşamları konusunda korkuya kapıldılar. Haber Bizans üzerinden Avrupa'ya abartılarak aktarılıyor, İslam dünyasını işgal etmek isteyen Papa ve krallar siyasi emellerine dini bir gerekçe buluyorlardı.
Bu yılın en büyük olayı ise Selçuklu Sultanı Melikşah'ın Bağdat'a gelmesi ve kendisi için görülmemiş bir doğum günü partisi düzenlemesiydi. Dicle'nin bir ışık akıntısına dönüştürüldüğü doğum günü partisi, israfı ve günahları ile halkın tepkisini çekti. Ancak âlimler yönetime tabi olduklarından iş yine kendisini “Mehdi” ilan eden bir adama kaldı. Adam idam edildi, tepki de dindi.
Endülüs'te de Müslümanlar arasında şiddetli bir ihtilaf vardı. Kendisini Emirü'l-Müslimin ilan eden Yusuf Tafşin pek çok emiri tutuklamış ve halkın tepkisine yol açmıştı.
Hicrî 485
Melikşah, iç isyanlara karşı Bağdat'ın etrafını surlarla çevirmekle meşguldü. Müslümanlar, dünyanın en büyük gücü olduklarını ve artık kendilerinden başka kendilerine muhalefet edecek kimsenin kalmadığına inanıyorlardı. Sultan, iç isyanlara karşı sur yapılmasını emrederken vezirler de kendileri için yeni saraylar yapmakla vakit geçiriyorlardı.
Bu hava içinde vezir Nizamülmülk, Deylemili bir çocuğa öldürtüldü. Ardından Melikşah da gitti. Bugüne kadar İslam dünyasında kötü bir yönetim vardı, bugünden sonra ise yarı yönetimsizlik…
Melikşah'ın güçlü karısı Terken Hatun, milyonlarca dinar harcayarak askerleri ve bürokrasiyi ele geçirdi. Halifeye baskı yaptı ve beş yaşındaki oğlu Mahmud'u dünyanın o günkü süper gücünün sultanı yaptı, alimler de bunun caiz olduğuna dair fetva verdi.
Melikşah'ın diğer oğulları buna itiraz etti ve Kudüs'ün işgaline giden sonu gelmez iç savaş başladı. Terken Hatun, o çürümüşlük içinde hiçleşen askeri, ilmi bürokrasiyi parmağında oynatıyor, sürekli yeni evlenme teklifleri ile savaşı kızıştırıyor, kendisi asıl yönetici olarak kalıyordu.
Selahaddin Hazretlerinin sonradan bin beş yüz dinarla şehir fethetmeye çalışacağı bir İslam dünyasında Terken Hatun sadece Melikşah'ın büyük oğlu Berkyaruk'la mücadele için 30 milyon dinar harcadı.
Hicrî 486
Haçlıların Kudüs yolu üzerindeki Halep çevresinde Melikşah'ın oğulları arasında şiddetli bir çatışma vardı. Her biri üç Haçlı ülkesi fethedebilecek kahramanlar birbiriyle boğuşuyor, kaleleri yıkıyor, şehirleri savunmasız bırakıyor, Haçlıların yolunu açıyordu. Yapılan savaşlarda, Halep, Antakya, Şam, Urfa, Diyarbakır, Harran gibi şehirlerin savaşçı gücü neredeyse tükendi. Savaşın ilk galibi Tutuş, Kasimü'd-Devle Aksungur ve Bozan gibi kahramanları şehir şehir dolaştırdıktan sonra idam etti. Tükenme noktasına gelen Urfa ve Harran'ı ele geçirdi. Başkent Bağdat'ı ise Berkyaruk ele geçirdi. Şehirde yer yer Şii-Sünni çatışmaları da vardı.
Hicrî 487
Abbasi Halifesi Muktedî, Berkyaruk için saltanat emirnamesini imzaladıktan sonra kuşkulu bir şekilde öldü, onun yerine on altı yaşındaki Mustazhir İslam dünyasının halifesi yapıldı. Bağdat'ta Şii-Sünni çatışmaları ve Şam çevresinde Melikşah'ın oğulları arasındaki çekişmeler devam ediyordu. Bu yıl Ka'be ziyaretçisiz kaldı. Bağdat ve Şam'dan kimse hacca gidemedi.
Hicrî 488
Kudüs yolu üzerindeki Urfa, Harran ve çevresini ele geçiren Tutuş, yörenin askerlerini toplayıp yeğeni Berkyaruk'la savaşmak için İran'a gitti. Oğlu ise Halep'i ele geçirdi.
Hicrî 489
Bağdat halkı, yıldız falına bakanları dinliyordu. Tufan kopacak diye korkuyor. Bir sel baskını da yaşanınca Halife yıldız falına bakan adamlardan birine kaftan giydirerek onu maaşa bağladı. Bağdat şatafat içinde yaşarken aç kalan Bedeviler şehirlere girdi, pek çok yeri talan etti.
Hicrî 490
Melikşah'ın oğlu Berkyaruk İran şehirlerinde iç savaşın içindeydi. Amcasını öldürdü. İran'da hakimiyetini sağlamlaştırmakla uğraştı. Mısır'da Fatimî sarayı şatafat içindeydi. Vezirlerin yönetimindeki devlet, Papa ve Avrupa krallarına “İslam dünyası iç ihtilaflar içinde bütün zenginlikleri ile sizi bekliyor” diye haber yollayıp onları resmen İslam dünyasının işgaline çağıran Bizans kralıyla iyi ilişkilerini sürdürüyordu.
Hicrî 491
Selçuklu içindeki çatışmalardan yararlanan Fatimiler, Şam'ın batısında, özellikle Halep çevresinde mezheplerini yaymakla uğraşıyorlardı, özellikle Halep'te ciddi bir güce ulaşmışlardı, pek çok yerde hutbeler onlar adına okunuyordu. Bir muhalefet grubu olarak dikkatleri hiçbir zaman düşmanlara değil, başkente dönük olduğundan durumu fırsat bildiler ve sınırlarını doğuya doğru genişlettiler. Bu yıl pek çok küçük şehirden sonra Kudüs'e de vardılar ve Kudüs'ü ele geçirdiler. Kendilerinden önceki yönetimden daha samimi olduklarını ispatlamak için de Hıristiyanlara zulmettiler, kiliselerine ve mallarına el koydular, onları şehirden çıkardılar.
Bu, Haçlıları İslam dünyasına çağıran Fatimi dostu Bizans kralı Aleksios için bulunmaz bir fırsattı, haberi hemen Avrupa'ya ulaştırdı, hazırlık halindeki Haçlılar daha da çoğaldı. Fatimilerle dostluk geliştirmek peşinde olan ve onlara mezhebi çıkarlar sağlayan yörenin hâkimi Rıdvan, Halep civarında iken Urfa ve Antakya Haçlılar tarafından işgal edildi.
Her iki şehirde de on binlerce Müslüman katledildi. Camiler kiliseye çevrildi. Müslümanların yetişkinleri kazanlara atılıp, bebekleri şişe takılıp pişirildi, etleri yenildi.
Hicrî 492 (Miladi 1099)
Haçlıların yaklaştığını duyan Mısır Fatimî yönetimi Bizans'a “Ne oluyor?” sorusunu sorarken Kudüs'e atadığı vali, kendisinin ve askerlerinin canlarının bağışlanması karşısında Kudüs'ü terk etti.
Ve Kudüs düştü…
Mescid-i Aksa'nın kubbesine haç kondu. Sokaklar cesetle doldu. Olayların içinde olan Haçlı tarihçisi Raimundus “İşgal sabahı mabetlerin bulunduğu bölgeye giderken sokaklarda dizime kadar yükselen Müslüman kanı içinde ilerlemek zorunda kaldım” diyerek Haçlı zaferini tarihe not düşüyor.
Haftaya Avrupa'da Haçlı hareketliliği…