Mehmet Yavuz, muhatabını sabırla dinleyen ve anlamaya çalışan bir davetçi idi. Bir önceki yazımda şahit olduğum bir anektot aktarmıştım ya. Önemine binaen bu hafta da devamını getirmek istedim. Hani bahse konu kardeşin babası da öyle yenilir yutulur cinsten bir solcu değildi ha; kendini yetiştirmiş, davasına sadık eski zamanın kemik solcularından idi. Kabul etmesek de, eski solcular kitaplarla bağını koparmayan, okuyan ve okuduklarıyla amel eden tiplerdi. Sözüm ona şimdiki zamanın gezici ve sevici solcularını cebine koyar, hatta on’a katlayacak kadar ilmi bir müktesebat ve birikime sahiplerdi. Bunu sırf onları övmek için değil, belki durum tespitinde bulunmak için söylüyorum.
Hocanın dostu Bilal’i kardeşimizden dinlemiştim: “ Mehmet hoca İstanbul’da bir yakının taziyesinde bulunuyordu. O sıralar babamın hastalığı ağırlaşmış ve hastalığın etkisiyle ne yapacağını şaşırmış haldeydi. Hemen Mehmet hocayı arayıp babamın durumundan bahsettim. İnanır mısınız? Mehmet hoca taziyesini bırakıp Tekirdağ’lara kadar gitmiş ve babamı ziyaret etmişti. Babam, Mehmet hocanın bu ziyaretinden çok etkilenmiş ve memnun kalmıştı. Babam beni arayıp; ‘90’lı yıllarda bu hareketin içinde Mehmet Yavuz gibilerinin olduğunu bilseydim inan ta o zamanlar bu oluşumun içinde yer alırdım’, demişti.”
Mehmet kardeşimizin vefasını ve fedakârlığını görüyor musunuz? O, Efendimiz(s.a.v)’in övdüğü “Mümin kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih eden” güzel bir şahsiyetti. Mehmet abi böyle bir dost işte” Kaderin cilvesine bakar mısınız? Çok geçmeden bu kardeşimizin dedesi, babası ve eşi belirli zaman aralıklarıyla hocanın sonradan yakalandığı hastalıktan çekip vefat etmişlerdi. Çilekeş «F» isimli dostun yaşadığı bunca acının üzerine bir de çok sevdiği dert ortağı Mehmet abisinin vefatı da eklenince tarif edilmez hüzünler yaşamıştı.
Tarihler 2008’i gösterirken Fetö yargısının zulüm mangası Yargıtay’ın 9. Ceza Dairesi, dosyamızı onayınca bizlere ikinci defa zindan yolu gözükmüştü. Çile yüklü bulutlardan dara çekildiğimiz zindan yollarında, evle zindan arasında bir daha yıllarca mekik dokuyup duracaktı aile. Mehmet hocayla istemeyerek de olsa yollarımız ayrılmıştı. Ancak zindanda merhum hocanın selamını devamlı alıyordum.
Zeki ve ferasetli bir insandı. Yıllar önce FETÖ’nün amacını, yapmak istediklerini anlamış, bu ihanet şebekesinin ABD ve siyonist işgal rejimine hizmet eden taşeron bir örgüt olduğunu çok iyi analiz etmişti. Dershanede eşime: “Yenge hanım, eşinizi hapse attıran, onu mağdur eden Fetullah Gülen›in zihniyetidir. Aman ha dikkat edin, çocuklarınızı ve yakınlarınızı o zalimlere kaptırmayın» tembihinde bulunmaktan geri de kalmamıştı.
Allah’ın (C.C.) yardım ve inayetiyle dört yıllık zindan sürecini geride bırakarak dostlarımız ve Mehmet hocayla asude demlerde yeniden kucaklaşmak nasip olmuştu. Siyasi sürecin olumlu işlemesiyle birlikte muallimlik mesleğine bir daha dönmek güzel bir duyguydu. El Rûhalı dostlardan firak duygusu ağır bastığı için bir nebze hüzünlenmiştim. Mehmet hoca her zaman ki gibi kibar nazik üslubuyla “Hocam üzülmeyin, yeryüzü Allah’ındır. Evvel Allah Müslüman hibrit tohum gibidir, buluştuğu her toprakta biter ve yeşeriverir” demişti.
Allah’ın (C.C.) ayetlerini hakiki anlamından koparıp çarpıtanlara, ona yeni anlamlar yükleyip zihinleri bulandırmaya çalışanlara karşı o, her zaman fasih ve beliğ lisanıyla karşı koyup hakikatleri haykıran bir dava eriydi. Gönül incitmeden, kırmadan, dökmeden ve lafı eğip bükmeden, herkesin anlayabileceği bir dille anlattı davasını. Hem inandığı hak yolda emrolunduğu gibi dosdoğru olmaya çalıştı Mehmet hoca.
Doğrusu gerek öğretmenlik, gerekse siyasi hayatında her zaman Mus’ab olma rolünü üstlenmişti. Hakikaten Mehmet Yavuz, davasını İslam’a uygun bir metotla, muhatabına söz hakkı tanıyarak anlatıyordu. Anlatmaktan ziyade davasını yaşayan gönül insanı bir siyasetçiydi güzel dost.
HÜDA PAR Başkan vekilliği yaptığı dönemde Bilal’i kardeşimize sık misafir olur ve ona: “Dava sahibi bir Müslüman sabah kahvaltısından önce Kur’an’ın sofrasından kahvaltısını yapmalıdır. Güne Kur’an azığı ile başlamalıdır.” tembihinde bulunurdu.
Üstad Sezai Karakoç, Kur’an’ın ilk muallimlerinden Mus’ab Bin Umeyr’in (r.a.) hayatından esinlenerek: “Müslüman, İslam’ı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin!” sözüyle bu asrın Müslümanlarına hitap etmişti ya. Mehmet hoca da aynen bu veciz sözün özünde kendini bulan ve insanlığı Kur›an›a davet eden Allah yolunun güzel bir davetçisi idi.
Bu güzel insan, gök kubbenin altında hoş bir seda bırakarak aramızdan ayrıldı. Ne mutlu ona ki her can ve kalem erbabı onu hayırla yad etmektedir. Onun güzelliği ve vefasına bizler de şahidiz. Rabbim onun makamını âli kılsın, ailesine ve sevgili çocuklarına sabır ihsan eylesin inşallah!