O günleri hatırlayanlar iyi bilirler… Her gün, hatta bazen her öğün şehid haberi alınıyordu. Her biri bir yıldız misali isimler…
Kimi cesareti, kimi ahlakı, kimi yardımseverliği ile etrafında bilinmiş ama hepsi İslam uğruna can verecek kadar kendini İslam’a adamış aziz Müslümanlar…
Üzerinde yaşadıkları coğrafyanın tarihsel kahramanlığının intikamını bugün almaya yeminli küresel güçlerin önüne dikilen bir avuç Müslüman…
O Müslümanları katlettikçe küresel güçlerden onay alan, “Aferin!” alan, kirli taşeronlar…
Bugün İslam dünyasında artık hiç yabancısı olmadığımız pek çok kirli ittifakın erken dönemde yaşanmış bir örneği, belki de İslam dünyasındaki ilk örneği…
Aklı hayrete düşürecek şekilde farklı yapılar, o bir avuç Müslümanı katletmek için, tehcir etmek için, hapsetmek için el ele vermişlerdi: Kimi vuruyordu, kimi zindana atıyordu, kimi zulmün haklılığı için dilini melunca kullanıyordu…
Öyle bir hâlde kendinizi zifiri bir karanlık içinde görmeniz beklenir. Öyle değildi. Umutlar daima diri… Hayaller daima cennet bahçeleri, daima kevser havuzları süslüydü… Yüzler gülüyordu. Hatta meclislerden, ittifakın mensuplarına inat kahkahalar yükseliyordu.
Bugünse özellikle son iki yıl, peş peşe vefat haberleri geliyor. Kimi Mehmet Yavuz Hoca misali bir hastalıktan, kimi bir trafik kazasından… Pek çoğunun adını pek çoğumuz ilk kez duyuyoruz. Lâkin adlarının önüne konan “dava adamı” unvanıyla ömürlerini İslam’a adadıklarından haberdar oluyoruz. Allah hepsine rahmet eylesin…
Ölüm, sahibi için şahsi amel defterinin kapanması, sadaka-i cariye defterinin açık kalmasıdır. Onların vefatlarıyla şahsi amel defterleri kapanır. Lâkin, İslam davası uğruna ödedikleri bedeller, ürettikleri eserler, sadaka-i cariyeler üzerinden amel defterlerine iyilikler taşımaya devam eder.
Ama öyle bir fetret çağına yeniden girdik ki… Geçmişte lokal olarak İslam davası aleyhinde oluşan ittifak, öylesine küresel çapa taşındı ki… İnsan her ölüm haberini duyunca ister istemez düşünüyor: Gidenlerin yeri dolmuş muydu, dolacak mıydı..?
Müslüman hanesine, öylesine hücumlar gerçekleşiyor ki… İnsan ister istemez acaba gidenlerin ardından onlar gibi cefakâr olmasa da onlar gibi fedakâr varisler kaldı mı, diye kaygılanıyor.
Geçenlerde hoşsohbet bir Anadolu Müslümanı ile namaz çıkışı sohbet ettim. Hocam, dedi. Biz kendimizi kurtardık. Evlatlarımız da hamdolsun iyiler… Fakat, dedi. Ben, şimdi torunları düşünüyorum. Bende beş evlattan on bir torun var ve “Bunların imanı ne olacak? Ben, onlar için ne yapabilirim?” diye düşünüyorum.
İslam karşıtı küresel ittifakın gücü, kararlılığı ve hücumlarının yoğunluğu… Nice Müslümana eminim ki aynı soruyu sorduruyor. Çocukların, gençlerin geleceği ne olacak?
Kaygılanmak hakkımız. Lâkin kaygılanıp durmak felaketimizdir. Mü’min, yüksek ve işlek bir iradeye sahip insandır. Böylesine yüksek ve işlek bir iradeye sahip insan, hayıflanıp durmaz, yakınıp durmaz, şikâyet edip durmaz… Hatırlar Kur’an’ın emirlerini, bakar Sünnete… Diliyle, eliyle davranır ve ölecekse ayakta ölür, yere çökmüş de çaresizlik, hareketsizlik içinde ağlayarak değil…
İslam azizdir; kendisine bağlananı aziz kılar. Bu iğrenç materyalist asırda aziz olmak, öncelikle asrın kötülüklerine bulaşmamak…Bu asırdaki yaşam tarzını dizayn edenlere benzememektir. Onlara rağmen hakkın yanında durmak, hakkı yaşamak ve hakkı yaşatmaktır.
Allah’ın izniyle Sünnet-i Seniyye üzerine el ele verdikçe, omuz omuza durdukça elbette hakkı yaşayacağız ve hakkı yaşatacağız. Belki gazaba uğrayanları durduramayacağız ama nice insanın hakkı yaşamasına vesile olacağız.
Bu umutla, Arefeniz, Bayramınız şimdiden mübarek olsun…