“Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” Ahzâb-23
Hak-batıl mücadelesinde tarihin değişmez kaidesi... Hiç bir devir veya dönem yoktur ki Hak ve hakikat uğruna mücadele eden erler olmasın... Ve yine hiç bir zaman ve dönem yoktur ki zulüm ve karanlık adına, sufli çıkarlar uğruna dünyayı ifsada sürüklemeye çalışan müfsitler olmasın...
Habil ve Kabil’den beri bu hak ve batıl mücadelesi kesintisiz hep devam edegelmiştir. Mü’minlerin hak-adalet ve şehadet aşkı, zalimlerin mevki-makam ve dünya hırsı süreklilik arz eden bu mücadelenin ana kaynağını oluşturmuştur.
İslam ümmeti; tarihi zaman tünelinde zaferin, saadetin ve imarın olduğu günlere tanıklık ettiği kadar, içten ve dıştan bir karabasan gibi çöken karamsarlığın, tefrikanın, yıkımın, hıyanetin doruğa çıktığı günlerin imtihanını da yaşamıştır.
‘Hilafet’in ortadan kaldırıldığı, zulüm ve istibdadın ayyuka çıktığı yirminci yüzyılın ilk sadmesinde ‘İslami Hareket’ kavramıyla dünyamıza giren nebevi hareketler, özellikle İslam dünyasında kendini hissettirmiş, ancak batıl ehli karanlık mihrakların içteki işbirlikçileri üzerinden bu ulvi mücadele şekli bastırılmaya çalışılmıştır.
Mücadele önderlerini, Hasan el-Benna’yı, Şeyh Şamil’i, Seyyid Kutub’u, Abdulkadir Udeh’i yıllarca hep okuduk, okuttuk. Bu ta öteden beri gelip geçen bir şehadet kervanının devamıydı. Ama şehadete susamış çorak toprakların ihyası için bu kervan hiç durmadı... Rehber Hüseyinler, Önder Salahaddinler, Başkan Mursiler, Şeyh Zekiler, İbrahim Hocalar, Atalar, Hasanlar, Yasinler, Riyadlar, Aytaçlar... Halkayı hiç koparmadılar... Zalim sistemlerin ve onların taşeronlarının hep korkulu rüyası oldular.
‘Bu dava çok büyüktü, en iyileri feda etmek gerekiyordu.’ Adalet de bunu gerektiriyordu. Bu ihsan, hak edene olmalıydı.
Her devirde olduğu gibi yakın tarihimizde ve günümüzde de her yere iyilik, her eve güzellik götürmek isteyenlerin payına şehadet düştü, zindan düştü. Müslümanca yaşamak, Kur’an ile hayat bulmak isteyenlerin yollarına dikenler atıldı. Mümtaz şahsiyetler, önderler, rehberler, alimler ve muvahhit gençler; Yusufi zindanların, yargısız infazların, göstermelik yargıların, haydut ve sokak çetelerinin hedefi oldu.
Bırakın sokak ve caddeleri, camilerde Kur’an okumanın önüne geçilmeye çalışıldı. Peygamber Efendimizin hayatını okuyup okutmak örgütsel suç sayıldı. Zorbalar, bu toprakların sigortası mesabesindeki dirayetli insanlara karşı tabir yerindeyse kan kusturdu. Ama onlar Ünlü şarlatanların aksine Peygamber sevdası için çalıştılar. Allah’ın adının anılmasını ortadan kaldırmaya çalışanlara inat, meydanlara 500 binleri, milyonları toplayarak arşa yükselen salavat, tekbir, tehlil ve tahmidlerle hased ve korkaklık girdabındakilere asıl olması gereken duruşu göstermeye çalıştılar. Korkmadılar, yılmadılar, yıkılmadılar.
Bırakın eziyet, zindan/cezaevi korkusuyla şekilden şekle girmeye, şehadet aşkıyla hareket etmekten hiç geri durmadılar.
Onlar verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir... Onlar şehid oldular... Allah’a yemin olsun ki onlar kazandılar! Allah’a yemin olsun ki düşmanları kaybettiler, kaybedecekler! Ya hased edenler? Ne diyelim! ‘Hased eden mesud olmaz!’ diyelim ve onların bu hastalıktan kurtulması için de dua edelim!
Selam ve dua ile.