1 Aralık 2019
Bugün Uzakdoğu ülkelerinin birinde insanların varlığımı keşfettikleri gün. Bir başka ifadeyle benimle tanıştıkları ilk gün… Aslında aylardır vardım… Aylar ne kelime asırlar veya insanlık tarihi kadar eski bir geçmişim var, ancak varlığımı varlık âlemimizin bir parçası olarak göremeyen insanoğlu bizi birbirimizden bağımsız sanmakta…. Bağımsız sandığı için de bizi birbirimizle mukayese etme gafletinde bulunmaktadır. Zayıflığı da acizliği de bundan kaynaklanmaktadır zaten.
Aslında ailemizin köklü bir geçmişi var, en az insanlık kadar… Aile büyüklerimizden Kolera Teyze, Veba Dede, kuzenim AIDS… Her biri farklı bir zaman ve zeminde bir dönem insanlarını kendisine biat ettirmişti. İnsanların çaresizliklerine, aldıkları tedbirlere, çözüm yollarına gülmekten kırılıp geçiyoruz her seferinde. Evet, en belirgin vasfımız insanların çaresizliklerinden haz almamız. Kibir deryası insanların da en belirgin vasfı çaresizlik anında el pençe divan durmalarıdır. Öyle ya nasılsa birilerinin önünde eğilmeye mahkûm yaratılmış insanoğlu. Ya yaratıcısına itaat edecek ya da yaratılana teslimiyet gerekecek. Tercih onlara kalmış…
Neyse, asıl mevzumuz bu değil. Müsaadeniz “biz” âleminden sıyrılıp “ben” serüvenine geçmek istiyorum. Böylelikle bugün size biraz kendi özelimden, biraz da gözlemlerimden söz etmektir muradım. Ancak yine de genel hatlarıyla “biz” dünyasını tanıtmam gerektiğinin de bilincindeyim. Zira yaşam, puzzle gibidir ve bütünü görmeden parçaya anlam vermek imkânsız. Yani parçaya sağlıklı bir anlam yüklemek için bütün hakkında bir ön bilginin olması şart.
Biz farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda, farklı gerekçelerle ortaya çıkarız. Üstelik öyle gizli gizli de değil, imzamızla beliririz. Bu, tarih boyunca böyle olagelmiştir. İnsanlar aile bireylerimizle ilk karşılaştıklarında cin çarpmışa dönerler. Bu şok devresi bir süre devam eder. Duyduklarına kendi uydurduğu bir şeyler ekler, eklediklerine kendileri inanmaya başlar. Daha sonra duyduklarını, eklediklerini ve inandıklarını etrafa yaymaya başlar, etrafa yaydıkça olumsuzluklar girdabında debelenip dururlar. Çırpındıkça batar, battıkça çırpınmaya devam ederler. Olumsuzlukları anlatma ve yaymada insanoğlundan daha mahir bir yaratık tanımıyorum. Olumlu durumlardaki memnuniyetini paylaşmayı gereksiz görür. Ancak olumsuzluğu etrafa yaymayı kutsal bir görev hazzıyla yapar. Mekân ve zaman farklı da olsa bütün insanların olaylar karşısında aldıkları pozisyon hep aynı olur.
Farklı dönemlerde benzer özellikler gösteren insanoğlunun büyük olaylar karşısındaki tepkileri de birbirine benzediğinden olayları adlandırmak için hep aynı ifadelerle başlar. Adlandırmalar farklı görünse de anlatılan hep aynıdır. İngilizler disaster der, İspanyollar desastre, Almanlar katastrophe, Farslar fecaat, Fransızlar ve Türkler de felaket sözcüğünü kullanır ancak bütün bu sözcükler sadece korkularını gizledikleri basit bir kılıf. Altta gizlenen korkularının tonu hep aynıdır. Adlarımız ilk başlarda onlara biraz ürkünç gelir ancak zamanla kanıksarlar bizi. Hepimize karşı değerlendirmeleri de neredeyse birbirinin aynısı. İlk insandan bugüne dek huyları bu kadar mı benzer birbirine yahu!?.. Huyu kurusun. Ne yeni keşifler ne de icatlar huyunu değiştiriyor. Kendisinden önceki dönemi ayıplarken aynı hatayı yaptığını idrak edemeyecek kadar da kördür. Cennet satın almak için yıllarca kuyruğa giren de kendisi, bunun delalet olduğunu dile getiren de kendisi, üstelik bütün bunlara rağmen uzayda yer alma gafletinde bulunan da yine kendisi. Bunca zaman farkına rağmen bir tür, bu kadar mı benzer özellik gösterir arkadaş! Bir de kendilerini özel görmezler mi gülmekten kırılıyorum(z). Her biri küçük dağları ben yarattım havasında.
Aslında dünyanın en cins yaratığıdır insanoğlu. Aynı ifadeyi aradan yüzyıllar geçmesine rağmen sanki “copy pace” yapmış gibi kullanabiliyor mesela. Diğer akrabalarımızı yakından görmüşçesine konuşurlar. Her dönemde dillerinde aynı terane: “Yok bunun benzeri, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük felaketi bu.”
Bu sözlerini her duyduğumuzda acizlik ve cahilliklerine içten içe gülüyoruz. Sahi bu insanoğlu neden bu kadar tuhaf? Kendi derdini dünyanın en büyük derdi saymada üstüne yoktur. Bu da bir acizlik durumu değil mi? Öncekileri yaşamadan, yüzyıllar öncesinde yaşananları gördükleriyle mukayese eden tek yaratık herhalde. Hayvanlarda hafıza noksanlığı onların mukayese yeteneğini ortadan kaldırıyor. Bitkiler daima geleceğe doğru yol alır. Sırf bu yüzden daima güneşe koşar bitkiler. Onlarda geçmişe fatura çıkarma gibi bir durum yok.
Ya insanlar!
Empati sözcüğünü kullanan tek yaratık ancak empatiden eser yok yaşamlarında. Sahi hemcinsleriyle duygudaş olabilselerdi birbirlerini boğazlarlar mıydı eften püften gerekçelerle. Gırtlağına yapıştığı hasmıyla iletişimi güç gösterisi sanan bu zavallılar, bilmediği, sadece kulaktan dolma bilgilerle geçmiş dönem hakkında ahkâm keserken mangalda kül bırakmaz. Acizler topluluğu ifademi böyle beylik bir söz olarak düşünmeyin. Siz ileride de acizliklerini ve çaresizliklerini bir komedi filmi izler gibi izleyeceksiniz. İnanın Firavun’un Nil’deki çaresizliğinden daha çaresiz olacaklar, Nemrut’un beynindeki sivrisinekten daha korkunç geleceğim onlara.
Nereden mi biliyorum?
Ben adamların ciğerini biliyorum.
Ciğer derken… Bu arada sakatatlarla teşrik-i mesaim fazla olacak sanırım.
Bir aralık kapıyı aralık bulunca bir eve misafir oldum ve ilk defa Vuhan’daki Huanan deniz ürünleri pazarında çalışan 57 yaşındaki Wei Guixian adlı bir kadın bana ev sahipliği yaptı. Anlayacağınız Wei Guixian üzerindeki imzamla ilk temasım oldu bu zebunlarla. Aslında imzamızı ilk kullandığımız yer orası değildi. Farklı yerlerde kullandık imzamızı daha önce de. Ancak onların bizi fark edişleri Wei Guixian’ın ev sahipliğiyle başlar. Haliyle daha önceki varlığımızın da farkında değiller. Zaten bu zebunların ortak özelliği gücü ellerine geçirdikleri anda zebani kesilmeleri ve görmediklerini yok saymalarıdır. Göz onlarda beyinden daha önemli sayılır. Gözün hayvanlarda da olduğunu bile bile… Hem de daha keskininden. Görme duyu organını beyinden önemli sayan bazı sefiller ne ruha anlam yüklemekte ne korku ve kaygıdan azade olmakta. Bir paradoks içinde yaşıyorlar. Aslında kendi çaresizliklerine kılıf bulmanın bir yoludur yok saymak, bir nevi bastırma psikolojisi. Gözünü kapatınca gece olduğunu sanıyor ve acayip rahatlıyorlar.
Adres Vuhan’daki bir yabani hayvan pazarında ortaya çıkınca da akla hayale gelmedik gerekçeler ileri sürdüler. Yok fare imiş, yok tilki, çekirge, yarasa… Bari bu komplo teorileri bir işe yarasa… En son yarasaya sarıp kanayan yaralarını bir nebze olsun sardılar. Tüm dünyaya COVID-19 adıyla yayılmamın sebebi 19 yaşın altındakilere kıyamamam iken kendileri bana ad verdiklerini sandılar. Yine bir safdillik, yine bir gaflet, yine paradoks üstüne paradoks… Ancak her şeye rağmen on dokuz yaşın altında olup kazara gidenler de olmadı değil. Neyse kader bazen kederle neticelenir. Dediğim gibi özellikle bir yaşın üstü hedef kitlemdi.
Gerekçem mi?
Gerekçem çok açık…
Ben neden değil sonucum ve bu cümleyi iyice belleyin, benimle sık sık karşılaşacaksınız.
Ancak unutmayın ki sonuçları doğuran nedenlerdir.