15 Aralık
Aylardan aralık, mevsim kış… Hava soğuk mu soğuk… Kapıyı yine aralık bırakıp cereyanda kaldıklarını sandı insanlar ve semptomlarımızı ilk başta soğuk algınlığı olarak algıladılar. Doktorlar soğuk algınlığı ilaçlarını reçetelere okunmaz yazılarıyla yazdılar. Sanki çirkin yazma dersi almışçasına… İlaçlar, vatandaşın derdine derman olamadı. Vatandaşlar birçok yerde muadil ilaç veren eczacıların yanlış ilaç verdiğine kanaat getirip eczacılarla tartışmaya başladılar. Tartaklanan eczacılar da oldu. Aslında sorun, ne doktorların okunmaz yazısı ne de muadil ilaç veren eczacılardı. Sorun insanların bizimle daha tanışmamış olmalarıydı. Daha doğrusu bizi tanımamalarıydı. Yoksa biz zaten onların ciğerini biliriz.
Eczacılarla doktorlar böyle kavga ededursun, biz virüs ailesi olarak Veba dedenin dizinin dibinde, kömür sobasının etrafında dizilmiş, atalarımızın kahramanlık hikâyelerini dinliyorduk. Bu arada acayip de gururlandığımızı itiraf edelim. Birazdan her birimiz dar bir boğazdan geçecek, farklı insanların ciğerlerine yerleşip ranzalarımıza kurulacaktık.
Ben bizim özel kuvvet olarak tanımladığımız bir yapıya bağlı olduğum için Wei Guixian ile gezintiye çıkıp onun yol arkadaşlığıyla gözlemlerime devam edeceğim. Ancak Wei Guixian’dan sonra öyle bir anda ortadan çekilmeyeceğim. Yani ben sizin sandığınız gibi onunla toprağa gömülmeyeceğim. Ciğeri beş para etmez insanoğlunun çaresizlik resimlerini çizmeye, süfli haliyle eğlenmeye devam edeceğim. Zira seyahat aracım onların sandıklarıyla sınırlı olmadığı gibi çizim yeteneğim de onların sandıklarından kat be kat iyi. Yani laf aramızda belki biraz ego kasması olacak ama ben de sıradan bir virüs değilim.
Çaresiz ve aciz olan insanoğlu her zaman olduğu gibi yine bir günah keçisi aramaktaydı. Rahatlamak için bir kurban bulunacaktı. Wei Guixian da paha biçilmez bir günah keçisi oldu onlar için. Wei Guixian’nin çaresiz olduğunu, bizim de neden değil sonuç olduğumuzu anlamadılar, anlamıyorlar, anlamayacaklar…
Şehir kalabalık… Ülke kalabalık… İnsanlar kurgulanmış robotlar kadar yalnız… En ilginci de insanlar tornadan çıkmış gibi birbirinin aynısı. Bu insan kaynayan ülkedeki en büyük sıkıntımız buradaki insanların hemen hepsinin boyunun kısa, sima olarak da birbirlerinin benzeri olmalarıdır. Sırf bu yüzden kaç defa adres karıştırıp başka arkadaşlarımızla aynı hedefe gittiğimiz oldu. Bu arada bu ufak tefek, aynı torna ürünü gibi duran insanları birbiriyle karıştırınca yanlış otobüse binen insanların şaşkınlığına güldüğümüz günlerden dolayı içten içe utandık. Onların bu benzerliklerinden dolayı hata yapmakla kalmıyor, hatalarımızın cezasını ziyadesiyle çekiyoruz. Daha bir iki gün önce yanlış birinin ciğerine giden bir arkadaşımız, mekân sahibinin sert direnciyle karşılaşınca gecenin geç saatlerinde dışarı atılmış, sabaha kadar o soğukta kıvranıp durmuş, yanına vardığımızda çoktan donmuştu. Bu bizim ilk kaybımızdı. İlk kaybımızı böyle kimsesiz ölüme terk etmek bizim için çok ağır oldu. Kovulduğu yerde başka insanlar olsaydı veya ciğerine yapıştığı kişiyle yakın temasta olan biri bulunsaydı belki arkadaşımız sığınacak bir sığınak bulur ve böyle yapayalnız soğukta donmazdı. Bu, insanoğlunun bize verdiği ilk kayıp olarak kayıtlara geçti. Öfkemiz intikam yeminleriyle bilendi ve her birimiz intikamımızı bire on almadan dönmeyeceğimize kasem ettik.
İnsanoğlunun en çok zorlandığı ve bizim karşımızda aciz kalmasına neden olan nokta öyle gürültüyle alana çıkmadığımızı idrak etmemesidir. İnsanoğlu bizi anlamıyor, anlamlandıramıyor, daracık dünyasında bir yere oturtmaya çalışıyor ancak nafile… Biz onlara benzemediğimiz gibi onların hayal ettiklerinden de oldukça uzağız. Zaten onlarda da hayâ melekesi kaybolunca hayal etme yeteneği de kayboldu. Farklıyız dedik ya, neredeyse tek ortak yanımız yok. Onlar gürültülü girişir kavgaya, bizler sessiz sedasızız; onlar çabuk pes ederken bizler kararlıyız. Onlar keyfiyeti önemser, biz kemiyete bakarız. Cirmimiz cürmümüzden büyük, ufak ve etkiliyiz. İnsanın en zayıf noktasından yaklaşır, onu kısa sürede yere çalarız. Onları öyle aciz bir duruma getiririz ki en sevdiklerinin kendilerinden fellik fellik kaçmasına neden oluruz. Dostlarının onlardan kaçması onları kahrederken bizler de zafer şarkılarıyla govend tutarız. Kardeşlerin arasına duvar öreriz; anne, çocuğuna sarılamaz olur. Yârlar arasında derin yarlar açar, ciğerlerini yaralarız. Annelikmiş, akrabalıkmış, dostlukmuş… Hak getire… Bütün değerlerini yerle bir ederiz. İnsanlara adeta kıyamet provası yaşatırız. Ancak ders almayacaklarını da büyüklerimiz anlatıp dururlar bize. Ne Nemrut’un sivrisineğinden ders aldılar ne de Firavun imanı deyimi bir anlam ifade eder onlara. Kibirde ilahlaşan bu zavallıların acizliklerini görünce bizim de bazen acıma duygularımız kabarmakta, hatta vazgeçip kenara çekilmeyi düşünenler de aramızdan çıkıyor ancak bu sadece bir anlık sürüyor.
Daha önce de söylemiştim ya:
Biz neden değil sonucuz ve sonuçlar varlıklarını nedenlere borçlu.
31 Aralık 2019
Aylardır ülkesindeki vakaların nedenini anlamayan veya dışarıyla paylaşmak istemeyen ruhsuzlar ülkesi Çin artık mızrağın çuvala sığmayacağını anlamış olacak ki Dünya Sağlık Örgütüne ülkede anlamakta zorlandığı olağan dışı zatürre vakaları görüldüğünü bildirdi. Bin yıllık serüvenimizi bilen insanoğlunun hafif bir değişiklik gösterdiğimizde bizi anlayıp tanımlaması aylar alabiliyor. O çokbilmiş, kalın kalın kitaplar devirmiş insanların bizi anlamakta zorlanmasına doğrusu biz de şaşmıyor değiliz. Belki de reçeteyi yanlış kitapta arıyorlardı. Bütün kitaplar zaten bir kitabın anlaşılması için değil mi? Reçete aranan kitaplar karıştırılınca insanların kafası da haliyle karışıyor.
Çin devletinin açıkladığı ilk vakamız Hubei eyaletinin 11 milyon nüfuslu Wuhan kentindeydi. Biz ilk başta oradaki arkadaşımızın tedbirsizliğinden yakayı ele verdiğini düşünüp gafil avlanan arkadaşımıza da içerlenmedik değil. Tez canlılarımız o arkadaşımızı cezalandırmayı düşündüler ancak büyüklerimiz olaya müdahale edip her şeyin kontrollerinde olduğunu ve ilk baştan itibaren aslında ne olduklarının insanlar tarafından bilinmesini istediklerini, geç anlaşılmalarının insanoğlunun alıklığından kaynaklandığını ifade edince biz gerekçesini anlamamakla birlikte bir nebze olsun rahatladık. Bazı akillerimiz, Çin’in hastalığın adresi olarak Hubei’ye bağlı olan Wuhan’ı adres göstermesinin altındaki nedenin ticari kaygılar olma ihtimalini ortaya atınca hepimizin yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi. Tezi ortaya atan bilge, gerekçesini çok açık bir biçimde gerekçelendirdi.
“Orijinali çıkmayan teknolojik aletin bile çakmasını üreten Çin, Hubei ve Wuhan’ı neden bir teknolojik ürünün marka ismi olarak kullanmasın ki?.. Hazır bütün insanların bilinçaltına kazınmış marka olmaya namzet isimler. Sanki bu isimler marka olmak için seçilmiş .” deyince bizde de işaret fişekleri çakmaya başladı.
Sahi nenden olmasın?
Hunan, Hubei, Wuhan… Araba, bilgisayar, telefon…
Hamdullah Yıldız