En son söyleyeceğimi ilk başta söylersem daha faydalı olur diye düşünüyorum. Evet, şahsi olarak kesinlikle aşıya veya genel olarak ilaca karşı değilim. Ama aşıların/ilaçların içeriğine karşıyım. Mademki özgür! bir dünyada yaşıyoruz, herkes kendi düşüncesini özgürce dile getirebilir. Mademki Evrensel olarak özel yaşama hakkım, serbestçe dolaşma, yerleşme ve sığınma haklarım var. O halde bedenim üzerinde yapılacak her türlü işlem için de gerekli bilgilendirmelere hakkım olduğunu düşünüyor ve savunuyorum.
Bu yazımda sizlere bahsedeceğim konu ile ilaç devlerinin bilime nasıl müdahale ettiğini az da olsa izah etmeye çalışacağım. Aslına bakıldığında hastalıklar/aktörler değişse de yöntemlerin aynı olduğunu görebiliriz. Bahsini edeceğim araştırma her ne kadar 2012 yılında yayınlanmış olsa da her satırındaki kan donduran gerçeklerin asırlar boyu konuşulması ve güncel tutulması gerektiği kanaatindeyim. Böyle bir araştırmanın kıyıda köşede bırakılması hatta üstünün örtülmeye çalışılması bundan olsa gerek.
Teknoloji gelişmesine paralel olarak insan gücünün yerini makinalar aldı. Doğal maddelerin yerini suni maddeler aldı. Dünyanın öbür tarafında yaşayan bir azınlıklar suni gündemlerle suni savaşlar başlatmaya başladı. Nesiller muhtelif şeylere adeta bağımlı hale getirildi. Siz buna internet diyebilirsiniz. Başkası da gıda der. Ne zaman bir ortamda otursak herkes eskileri hayırla yâd ederken bunun ardından doğallıklarından bahseder. Oysa söz günümüz nesline gelince, kimsenin ağzını bıçak açmaz. “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalardan” bahsetmez olur. Sahi genetiği değiştirilmiş deyip konuya giriş yapmışken kendimize bir kaç soru soralım ne dersiniz? Günümüz modern(!) dünyasında her şey bu kadar çok gelişmişken neden ilaca olan bağımlılık bu kadar arttı? Aynı türler benzer ve daha temiz besinlerle beslenmelerine rağmen neden hastalıklar değişti ve giderek artmaya devam ediyor? Medyadaki tekelleşme gibi devletler ilaç devlerine neden karış(a)mıyor? Biyoteknoloji devi olan Monsanto’nun güç oyunları uluslararası politikayla sınırlı kalmayıp bilim dünyasına da doğrudan müdahale ettiğini tekrardan hatırlatmak istiyorum bu yazımda.
Food and Chemical Toxicology (FCT) bilim dergisi, Monsanto’nun baskıları sonucunda 2012 yılında yayımladığı ve biyoteknoloji dünyasında bomba etkisi yaratan Seralini araştırmasını yayından kaldırdı. Olan biteni daha iyi anlamak için Seralini araştırmasının ne olduğunu, neden önemli olduğunu, bu bir yıllık süreçte olanları, bu yazının geri çekilmesinin ne anlama geldiğini ve ne tür sonuçlar doğurabileceğine bakmamız lazım.
Seralini Araştırması Nedir?
Gilles – Eric Seralini ve araştırma ekibi 2012 yılında Roundup herbisiti ve Roundup’a dayanıklı genetiği değiştirilmiş bir mısırın uzun süreli toksisitesi [1] araştırmasını yayımladı. Bu araştırma sonuçlarının yayımlanmasıyla birlikte biyoteknoloji yani genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) tartışmaları yepyeni bir boyut kazandı. Kısaca özetlemek gerekirse, GDO’nun sağlık üzerindeki etkileri hakkında uzman moleküler biyolog Profesör Gilles-Eric Seralini başkanlığında ki bir bilim ekibi, 24 ay boyunca Monsanto’nun NK603 genetiği değiştirilmiş (GD) mısırı ve yine Monsanto’nun Roundup yabani ot ilacının (herbisit) fareler üzerinde etkilerini incelediler.
Bugün Türkiye’de 16 GD mısır ve 3 GD soya olmak üzere, toplam 19 GDO’nun hayvan yemi amaçlı ithalatına ve kullanımına izin verilmekte. Şu anda Türkiye’ye giren ve hayvan yemi olarak kullanılan toplam 16 GD mısırın 6’sı bu araştırmanın konusu olan NK603 ve türevleridir. Seralini ve ekibi araştırması sırasında bir grup fare NK603 ile beslendi ve içme sularına ABD’de içme suyunda ve GD mahsullerde izin verilen oranda Roundup katıldı. Bu farelerin, standart bir diyet uygulanan farelerden daha hızlı kansere yakalandıkları ve daha erken öldükleri tespit edildi. Diyetleri NK603 ve Roundup’dan oluşan bu fareler, göğüs kanserine yakalandı ve karaciğer ve böbreklerinde ciddi hasarlar oluştu.
Seralini Araştırması ve Sonuçları Neden Önemli?
Seralini’nin bu araştırması Monsanto’nun Roundup herbisiti uygulanan GD mısır NK603 üzerine bugüne kadar yapılan en uzun süreli ve tek araştırmadır. Bu 2 yıl seçilen fare cinsinin ortalama yaşam süresidir.
Seralini araştırmasının 2 yıllık olması çok önemli zira biyoteknoloji endüstrisinin bugüne kadar yaptığı tüm araştırmalar en fazla 90 günlüktür. Oysa Seralini araştırmasında ilk tümörlerin 4 ile 7 ay arasında oluşmaya başladığı gözlemlenmiştir.
Seralini Araştırmasının Yayımlanmasından Sonra Ne Oldu?
Eski Fransız Çevre Bakanı Corinne Lepage’ın bomba diye tanımladığı araştırmanın yayımlanmasının hemen ardından Monsanto ve GDO endüstrisi Seralini sonuçlarının etkilerini kontrol altına alabilmek için saldırıya geçti. Seralini araştırmasının 90 gün yerine 2 yıllık olması, o güne kadar yapılan tüm açıklamaları, alınan kararları ve yapılan hesapları altüst etti. Bağımsız Avrupa Birliği kurumsal gözlem grubu Corporate Europe Observer’a göre, EFSA GDO inceleme panelinin birçok üyesinin Monsanto ve GDO endüstrisiyle belgelenmiş bağları bulunmakta.
FCT’ye gelince, Seralini araştırmasını hemen yayından kaldırmadı ancak bir kaç ay sonra Mayıs 2013’te, yayın kurulu Biyoteknoloji Yardımcı Editörü isimli yeni pozisyon oluşturularak, Richard E. Goodman’ı işe aldı. Richard E. Goodman, Nebraska Üniversitesi’nde Gıda Alerjisi Araştırma ve Kaynak Programı’nda profesör olmasının yanı sıra 1997-2004 yıllarında Monsanto’da çalıştı. Monsanto’da görevi şirketin GD ürünlerinin alerjenliğini değerlendirmek ve Monsanto adına GDO gıdaların alerjenlik ve güvenlik konularında ki araştırmaları yayımlamaktı. Goodman, aynı zamanda GDO endüstrisi tarafından finanse edilen GDO lobi organizasyonu International Life Science Institute‘ün (ILSI) de bir çalışanıydı.
ILSI Avrupa’nın başlıca finansörleri[2] arasında dünyanın en büyük kimyasal şirketi BASF, Coca-Cola, Danone, Kraft, Mc Donald’s, Nestle, Unilever, dünyanın en büyük Aspartam üretici Ajinomoto, Syngenta ve tabii ki Monsanto bulunmakta.
FCT, Kasım 2013’te Seralini Araştırması’nı Yayından Kaldırdı
Monsanto çalışanı Goodman’ın GDO bölümün başına getirilmesinden 6 ay sonra, FCT Genel Yayın Yönetmeni Dr. A. Wallace Hayes Profesör Seralini ve ekibinin araştırmasını yayından kaldırdığını bildirdi.[3] Buradaki çifte standarda dikkat çeken Seralini, kendi araştırmasının NK603’ün zararlarını göstermekte yetersiz olduğu kanısına varılıyorsa da, Monsanto’nun araştırmalarının da GDO’ların güvenli olduğunu göstermekte yetersiz sayılması gerektiğini belirtti ve FCT’nin ya Monsanto araştırmasını da geri çekmesi gerektiğini ya da her iki araştırmanın bilimsel tartışmalarda yer alması gerektiğini ifade etti.
Seralini makalesinin geri çekilmesinin tartışmanın sadece bilimle alakalı olmadığı aşikârdır. Bu tür bağımsız bilimsel araştırmalar Monsanto gibi GDO devlerinin ürünlerinin güvenirliliği sorgulanmasına yol açıyor ve daha fazla sayıda, daha uzun süreli araştırmalar yapılmasının gerekliliğini gösteriyor. Monsanto başta olmak üzere, GDO endüstrisi uzun süredir çok sayıda ülkenin gıda güvenliğinden sorumlu birimlerini ellerine geçirmiştir. Büyük paraların, gizli anlaşmaların döndüğü lobicilik faaliyetleriyle yetinmeyen Monsanto ve diğer GDO şirketlerinin bilim dünyasında tek güç olduğu anlaşılıyor.
Seralini’ye uygulanan sansür ve makalenin geri çekilmesi ne yazık ki böyle bir araştırma yapılmadığı anlamına geliyor. Türkiye’de de hayvan yemi amaçlı ithalatına izin verilen 16 GDO mısır çeşidinden 6’sını oluşturan NK603 GD mısırın güvenliği hakkındaki şu anda tek geçerli ve bilimsel araştırma bu mısırın üreticisi Monsanto tarafından sunulan 90 günlük bir araştırma. Şu anda Türkiye’de etini, sütünü, yumurtasını tükettiğimiz hayvanların beslendikleri bu mısır hakkında bildiğimiz bununla kısıtlı. GDO şirketlerinin bilimsel yayınları da ele geçirmiş olmasıyla, bundan sonra ne öğrenebileceğimiz de meçhul.
Umarım araştırma hakkındaki bu kaynaklar konunun vahametini anlamak için bir mihenk taşı olur ve bundan sonraki süreçte de bilimsel yayınlara daha temkinli yaklaşmamıza vesile olur. Son olarak değinmek istediğim bir husus var. Üniversitede hocalarımız çoğu virüs etkeni için aynen şunu derler: “Aşılar virüsü öldürmez sadece koruma ve bağışıklık oluşturur. Örneğin grip oldunuz diyelim. Siz ilaç kullansanız da kullanmasanız da o grip zaten 7 gün içerisinde oluşumunu tamamlayıp geçiyor.” Zaten mevsimsel gripler de kişiye verilen ilaçlar etkeni öldürmek için değil, kişi de semptomatik belirtiler varsa (ateş, öksürük, ağrı gibi) onları gidermek üzere ilaçlar verilir. Virüsler öyle bir yapıya sahiptir ki bir organizmada farklı bir organizmaya geçerken kılıfını değiştirip adeta farklı bir yapıya bürünmektedir. Dolayısıyla yapmış olduğunuz aşı sizi sürekli değil belli bir süre korumaktadır. Bunda dolayı aralıklarla aşı olmak zorunda kalırsınız. Ayrıca aynı aşının bir sonraki virüse ne kadar etkili olacağı ise tam bir muamma konusudur. Hal böyle iken soralım. Bir ilacın patent alıp aktif olarak satılabilmesi için 5-8 hatta 12-15 yıl geçmesi gerekirken neden korona virüs için apar topar bir çalışma yapılıp hemen piyasaya sürüldü? Yeterli miktarda denek sayısına ulaşıldı mı? Daha doğrusu beklenmeyen etkilerin incelenmesi için yeterli bir zaman geçti mi? Ve en önemlisi de içerik hakkında yeteri kadar bilgiye sahip miyiz? Umarım bu sorular en kısa zamanda cevap bulur ve insanlığı adeta yeni bir çağa doğru sürükleyen bu hastalığın etkileri azaltılır hatta yok edilir. Tabi ki bizler için şer gözüken bazı şeylerde hayır vardır biz bilemeyiz. Ama bu tür afetlerden ders almak ve bir dahakine hazırlıklı olmak için daha çok çalışmalıyız.
M. Zeki Aygur Veteriner Hekim
[1] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0278691512005637
[2] http://corporateeurope.org/sites/default/files/ilsi-article-final.pdf
[3] http://online.wsj.com/article/PR-CO-20131128-907680.html?dsk=y