İslam davasını özümsemenin adıdır bu belde. Davayla büyümenin, davayla erimenin, “dava dava” deyip titremenin kendisidir bu belde.
Dava aşkıyla ömür tüketmenin, dava için bedel ödemenin namıdır, Kozluca. Bu söylediklerimizin kuru edebiyat olmadığını, Xaniklilerin edebiyattan ziyade davaları için hayatlarını ortaya koymaları izzetli olmalarına en büyük delildir.
Kendi bağrından, ocakların direklerinden, evlatlarından, yiğitlerinden, kıymetlilerinden, azizlerinden bir şehitler kervanını tek başına yola düzmek her köye nasip olan bir şeref değildir.
Xanik-Kozluca o ender köylerdendir ki, dün de bu gün de Allah için şahadet mektebinden mezunlar vermiş, şehitler kervanına kan vermiştir.
Xanik'in İslam davasıyla tanışmasına vesile olanlardan olduğu gibi ilk hicranları, ilk kurbanları ve ilk gururları olmuştu Abdulaziz KAR. Şehid gibi yaşamıştı, fakat bir trafik kazasıyla Rabbine yürümüştü. Ondan sonra ihanet şebekeleri Xaniklileri arkadan vurmuştu.
Evet, Pkk her seferinde kendisinden beklenileni fazlasıyla yapmış, kan dökmekte mahir olduğunu pekiştirmişti. Hüseyin, Abdulgafur, Ayşe Teyze ve minik Fatıma bu kalleş saldırıların neticesinde kendi Kerbelalarından -Xanik'ten, Nusaybin'den- şehitlerin serdarına Hüseyince yürümüşlerdi. Onların ardından buram buram şahadet kokmuştu, Xanik-Kozluca.
Şahadet; hicran, hasret, gurur, onur, diriliş ve direniş netice vermişti. Bir Abdulaziz'in ardından Ayşe teyzeler, Hüseyinler, Abdulgafurlar yetiştirmişti. Bir Hüseyin, Abdulgafur ardından onlarca Hüseyin ve Abdulgafur yetişmişti. Ve Ayşe teyzenin ve minik Fatıma'sının ardından Tarsus'tan M. Zeki ÖZ katılmıştı, Xanik'in şehitler kervanına. Tam bir yıl önce de onlara Abdulcelil ve Muhammed Şerif katıldı. Şahadetin lezzetinin şuurunda olan Xanikliler şahadete koşarken, Xanik de her bir şehidiyle ne kadar aziz olduğunu bir daha bir daha dost düşmana ilan etmiş oldu. Bundandır ki kanlarıyla cesaretin, yiğitliğin, kahramanlığın destanlarını yazan, inkılaplara imza atanların diyarıdır; Xanik-Kozluca. Kanlarıyla güller yeşerten, çölleri gülistana çevirenlerin, davasına İsmail olma derdiyle kıvranan azizlerin diyarıdır. Xanik'in ödediği bu bedelleri dile getirmenin üzerine bir şey yazmayı gerekli bulmuyorum. Fakat daha birkaç gün önce şahadetlerinin yıldönümünün kutlandığı Xanik'in taze şehitlerinin üzerine birkaç kelam ilave edeyim. Sonra özelde Xanik'in genelde tüm şehitlerin ardından tutum nasıl olmalıdır belirtip bitireceğim.
Şehit Abdulcelil Talayhan ve şehit Muhammed Şerif Şimşek çok yakından tanıdığım, beraber acı tatlı günlerimizin olduğu iki kıymetli insandı. Şehit Abdulcelil, 1975 Xanik doğumluydu. İlkokulu köyde bitirdikten sonra İdil'de ortaokulu okumaya başlamıştı. Lakin ne garip ki ta o zamanlardan Pkk'nin baskıcı, zordar yüzüyle tanışmıştı. Bundan dolayı Ortaokul 3. Sınıfta kaydını Mardin'e almıştı. Şehit Muhammed Şerif de 1979 Xanik doğumluydu. O da ilkokulu köyde bitirdikten sonra ortaokulu okumak üzere Mardin'e gelmişti. Şehid Muhammed Şerif Mardin Lisesi'nde okurken birkaç arkadaşıyla Pkk'nin baskılarına boyun eğmeyip onlarla mücadele ettiği için son sınıfta Kızıltepe Lisesi'ne sürgün edilmişti. Bu iki şehid Mardin'e geldikten sonra 28 Şubat postmodern darbe ve ardından 2000'li yıllarda İslami camialara karşı yapılan operasyonlara kadar Mardin'de beraberdiler.
Pkk'nin zulmünden dolayı Mardin'i çalışma ve hizmet alanı seçen bu yiğitler bu sefer de emniyetin baskılarından dolayı Kur'an dersi verdikleri camilerinden –el Emin Camisi, Hz. Halid bin Velid Camisi- Mardin'den de gitmek zorunda kalmışlardı. Fakat Allah'ın arzı genişti ve her yer Allah'ın davasına hizmet etmek için kendilerini bekliyordu. Dayı yeğen olan bu azizler kaderin bir cilvesi bir süre ayrı yerlerde –Muhammed Şerif İstanbul, sonra Cizre'de, Abdulcelil Avrupa sonra köyde- hayatlarını, hizmetlerini sürdürseler de doğdukları köyde -Xanik/Kozluca'da- Allah'a yürümüşlerdi.
İkisi de ehli hizmet, ciddi ve hassas birer dava erleriydi. Şehit Abdulcelil, şehit Muhammed Şerif'e nazaran ilk görünüşte biraz daha sert görünse de ikisini tanıyanlar iyi bilir ki ikisi de samimi, candan, sıcak, güler yüzlüydüler.
Güzel ahlâklarından sonra gıpta edilecek en güzel yönleri de bulundukları yerlerde çevikliklerinden, enerjilerinden, hikmetle hareket edişlerinden dolayı dava ve camia için vazgeçilmez olmalarıydı.
Onları ve tüm şehitleri bir daha rahmetle anarken, çocuklarının, ailelerinin ve davalarının camia için birer emanet olduklarının şuuruyla hareket etmemiz lazım. Onlar davaya sadakatlerini kanlarıyla belgelediler. Bize yakışan da davalarına sadakat ve vefadan başka bir şey değildir. Bununla beraber davada durmanın ve yorulmanın ihanetle eş olduğunun idrakinde olmalıyız. Son söz olarak onlara ithafen;
“Ser zeminde sizler mustazafdınız, Namazın ruhuyla siz saf saftınız.
Akan kanınızla, biz de şahidiz. Mazlumdan daima siz taraftınız.
Melabisi izzet Hüseyn mirası, bundan vazgeçer mi mü'minin hası,
Kerbela, Amed mektep; Xanik durur mu. Layık mü'minlere cennet libası.” diyorum, vesselam.