Allah’a yakınlık/yaklaşma ifade eden ‘kurb’ kelimesinden gelen kurban ibadetini içeren bayramın arifesindeyiz. Sevincin, mutluluğun sarması gereken mü’min çehreler maalesef hüzünlü ve kederlidir.
İslam diye niteleyebileceğimiz hiçbir coğrafya yoktur ki, ‘kan, gözyaşı, zulüm, çile, imdat nidaları’ndan hariç kalsın! Elbette burada ‘niye, niçin?’lere sarılıp imtihanın hikmetine dayanan bazı ‘ibtila/denenmelere itiraz, isyan’ sergilemek yanlıştır.
Buna rağmen Allah rızası için imtihan çilesine kabul elini uzatmış mümin, böylesi günlerde Allah’a yakınlaşmayı fırsat bilip cefa içinde ‘mübarek olsun!’larla bayramı neşeyle yaşar yine de.
İmtihana bağlı belalar ‘sel, deprem, hastalık…’ tamamen irademiz dışında İlahi kaynaklıysa böylesi bir bela, musibet ‘baş göz üstü ’dür.
Belalar ümmet olarak ‘bilgisizlik, bencillik, nemelazımcılık, taassup, tarafgirlik, zillet…’ gibi ıslah edemediğimiz nefislerin birer hastalığı olarak ‘ayrılık, tefrika, güç kırılması, düşmanlarımıza birer lokma tadında(!) güçsüzlüğe’ neden oluyorsa bu durum ne kabulümüzdür ve bu güç kırılmasını aşmak adına, Müslümanların birliği uğruna ne de itirazlarımız, tepkilerimiz, çabalarımız eksik kalacaktır.
Efendimiz Hz. Muhammed aleyhisselam, bir mü’minin aynı delikten iki kez ısırılmayacağını söylerken benzer yanıltmalara, kandırmalara, hilelere gelmeyeceğini ve bunu imanın bir kazanımı olan basiret(ileri görüşlülük)le aşabileceğini salık vermektedir.
Mü’min olduğumuz halde Amerika, israil, İngiltere, BM ve işbirlikçi yöneticiler hep aynı oyun (Kargaşayı önlemek, toprak bütünlüğünü sağlamak, isyancı/teröristleri(!) derdest etmek, mezhepçiliği engellemek, demokrasi getirmek(!), kaynakların sağlıklı işlemesini sağlamak…)la bizi sobeliyorsa o zaman kesinlikle bir yerde sorun/açık var. Bu açığı bir an önce bulup kapatmak lazımdır.
Hazreti Ömer, bir savaşta Müslümanların zaferinin geciktiğini görünce hemen bunun nedenlerini araştırır. Orduda misvak gibi bir sünnette ihmalkârlık görür ve rivayetlere göre deve yükleriyle misvak gönderir ve zafer elde edilir. Buradaki hikmet bir ağaç parçası olan misvaktan kaynaklanmıyor; Allah Resulünün sünnetinin işlevselliğine ve mümin saflar arasındaki birleştirici yönüne dayanıyor.
O Yüce insan aleyhi’s selat vesselam demiyor mu?
“Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.”
“Ümmetimin fesadı zamanında kim sünnetime yapışırsa ona yüz şehid ecri vardır.”
Biz, artık geciken zaferleri değil; ümmetin bir türlü üzerinden atamadığı bu zilletin acaba kaç birincil derecedeki ibadetin eksikliğinden, kaç mütevatir sünnetin ihmalinden kaynaklandığını derin derin sorgulamak ve bunu anladıktan sonra pratiğe yansıtmak zorundayız.
Yüce Allah, ‘Ey iman edenler, iman ediniz!’ buyururken bizim iman etmediğimizi değil; aksine imanın bir kazanım, lütuf olduğunu imanı muhafaza etmek, imanın kişiliğimize ve toplumumuza verdiği ‘dinamizmi, kuvveti, izzeti ve heybeti’ elde tutmak adına imanı korumamız gerektiğini ferman buyuruyor.
Birey ve toplum olarak yanı başımızda ellişer metre sağa sola, öne ve geriye günün herhangi bir vaktinde başımızı çevirip baktığımız zaman çok rahatlıkla göreceğimiz/gözlemleyeceğimiz ‘açıklık saçıklık, ahlaksızlık, argo sözcükler, selamsızlık, faiz şubeleri, içki dükkânları, kumar oynanan yerler…’ muhtemelen bir bayram arifesinde sevinci beklerken önümüzde ısrarla duran ümmetin hal-i pür melal tablosunun bir cevabı olacaktır.
Yeni bir emperyalist senaryonun uygulama alanı Irak’la ilgili IŞİD gibi eylemsel olarak tasvip etmediğimiz bir yapı da olsa Müslümana karşı kâfirlerin müdahalesi kabul edilemez. Türkiye’nin bu şer koalisyona asker göndermesi de başlı başına bir yanlış ve yeni bir Suriye çıkmazı olacaktır.
Batılın çirkin yüzü ve zalimin kanlı eliyle oluşan hüzün, gözyaşı, kederin yerini ‘ Ümmetin selamet ve kardeşlik coşkusunun yaşandığı bayramlara bırakması’ temennisiyle bayramımız mübarek olsun!