İktidar olup da muktedir olmanın çok zor, hatta mümkün olmadığı ülkelerin birinde yaşıyoruz.
Yaşadığımız tuhaflıklar, akıl tutulmaları, yaman çelişkiler, çarklar, “U” dönüşlerinin birçoğu bundan.
Büyük patron ya da şeytan, işini sağlama almış.
Birazcık muktedir olma hülyaları kuranlar için koltuğunun altında sopalar var.
Yer misin, yemez misin, yer misin, yemez misin?
Hele hele kafanıza sopaların inmesini engellemek için yapılan dostane uyarı ve ikâzlara kulağınızı tıkamışsanız...
HDP'nin anti-AKP veya anti-Erdoğan çizgisinin bir PKK stratejisi olduğunu görmemiş veya görmek istememişseniz...
Varlığını silaha borçlu olan bir harekete “Varlık nedenini ortadan kaldır!” demenin bir karşılığı olmayacağını bilmemişseniz...
Silahlı örgütün süreci yeni bir çatışma dönemine hazırlık için bir fırsat olarak gördüğünü düşünmek dahi istememişseniz...
Halkınızın gasp edilen haklarını, bu haklar umurunda bile olmayan Marksist bir yapı ile pazarlık konusu edinmişseniz...
HÜDA PAR'ın “Kaza geliyorum diyor!” feryadına kulak vermemişseniz...
Buyurun o zaman, Yeni Türkiye'den kartpostallık manzaralara:
Çatışmalar, silahlar, güvenlikli bölgeler(sıkıyönetimin bir diğer adı), sokağa çıkma yasakları vs.
Sopa görevini görenler de havaya girmiyor mu, asıl komedi orası:
“Ortadoğu'da artık ‘biz'siz hiçbir denge kurulmaz”mış!
“Hatta Cüneyt Arkın bile halt etmiş, dünyayı asıl kurtaran adam ‘biz' olacakmışız!”
Öyle ya, bir taraftan 80 milletvekilimiz, diğer taraftan IŞİD'le mücadelemiz, daha ne olsun?
“Büyük patron bizden yana olmayacak da kimden yana olacak?” kuruntusu...
Buna bir de Marksist ideolojinin dünyayı kasıp kavurduğu zamanlarda bile varlık gösterememiş, “Samanlıktan çıkan devrimci” profilinden başka genel geçer akçesi olmayan, Nişantaşı-Cihangir barlarında lümpenliği devrimcilik zanneden romantik, nostaljik “Beyaz Türk” solculuğunun kışkırtmalarını da ekleyin.
Gerisi malum: Türk illerinden yüz bulamamış ve bütün dünyada tedavülden kalkmış komünal fanteziler...
Kürtlük için savaştığını zanneden Kürt gençlerinin sırtında ilan edilen öz yönetimler, öz savunmalar, devrimci halk savaşları...
Unutulan küçük bir ayrıntı: “Büyük patronun dostu da yoktur, düşmanı da. Sadece ve sadece menfaatleri vardır.”
İşte bundan hareketle “Görürsün sen!” şeklindeki karşı hamle gecikmedi elbet.
“Al İncirlik'i, ver Kandil'i!”
Böylece başlamış oldu “Cici oğlanı şamar oğlanına (ç)eviren süreç.
Doğan medyasında yaşanan “Made ın USA” çarkları...
Alan memnun satan memnun!
Anadilde eğitim,
Anayasal haklar,
Vatandaşlık tanımının değişmesi...
Başka bir bahara anlaşılan.
Vakit, nakit, insan kayıpları...
En önemlisi de tükenen umut.
Geriye kalan,
“Ya devlet ya örgüt” mü?
Hayır, buna mecbur değiliz!
Var mı üçüncü bir yol?
Dilerseniz önce kulak, sonra ses verelim HÜDA PAR'a:
“...Devlet, Kürt halkının gasp edilmiş İslami ve insani tüm haklarını pazarlıksız bir şekilde bir an önce iade etmelidir. Silahlı örgüt halkın can ve mal güvenliğini tehdit etmekten ve baskı aracı olarak kullanmaktan vazgeçmeli, elindeki silahı şartsız olarak bırakmalı veya en azından silahlı elemanlarını sınır dışına çıkarmalıdır.”*
Güçlü ve başarılı olmayı “Reel politik” davranmada değil, şartlar ne olursa olsun, “İlahi düsturlara göre hareket etme”de bilen bahtiyar kullardan olma dileğiyle...
* hüdapar.org'da yer alan18 Ağustos 2015 tarihli “HÜDA PAR Haftalık Gündem Değerlendirmesi”nden.