“Haber ver kullarıma; şüphesiz ben, bağışlayanım, esirgeyenim”
“Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?”[1]
Ğufran ayları, bağışlanma iklimi bu mübarek zamanlarda, Rabbimizi Ğafûr, Ğâfir, Ğaffâr isimleriyle anıp çağırmak en münasibi ve en güzeli olsa gerek.
“Çokça bağışlayan, günahları cezalandırmayıp onları örten ve işlenmemiş sayan, hesapsız bağışlayan” manalarına gelen bu isimler; çokça günah işleyip de Rablerinden başka sığınağı olmayan biz mücrim kullar için en güzel bir müjde ve en büyük bir mutluluk ve saadet kaynağıdır.
İnsan, kötülüğü ve cürmü çok, günahları hadsiz, ettiği zulümler hesapsızdır. Kur’an-ı Kerim’de tarif edildiği gibi “İnsan zalimdir, zalumdur, zallamdır.” Yani kötülükte, Rabbine isyanda, kendine ve başkalarına zulmetmede aşırı giden, zulmü ve cevru cefası çok çok olandır.
Buna karşın Allah-u Teala Cenab-ı Zatını Kur’an-ı Kerim’de Ğafûr, Ğâfir, Ğaffâr isimleriyle vasfediyor, tanıtıyor. Adeta insanın her bir kötü sıfatına karşılık Allah-u Teala’nın o sıfatların kötülüğünü giderecek bir sıfatı ve ismi: İnsan zalimdir; zulmedendir. Allah ise Ğâfir’dir; bağışlayandır. İnsan zalûmdur; çokça zulmedicidir. Allah Ğafûr’dur; bağışlaması boldur, çok bağışlayandır. İnsan zallâmdır; zulümde aşırı gidendir, haddi aşandır. Allah Ğaffâr’dır; bağışlamada mübalağa eder, kimsenin ummadığı kadar çok bağışlar.
Zallâm olan insanın bunca kötülüğünü, fücurunu ve yere-göğe sığmayan günahlarını Ğaffâr (cc) örtebilir ve o bağışlayabilir ancak. Zalûm insanın bunca isyanını ve şeytanın izi peşine takılıp gaflet vartalarında nankörce debelenmelerini Ğafûr olan Allah bağışlayabilir ve bunların karşılığında onu cezalandırmayıp o merhamet edebilir ancak.
İnsanın ardı arkası kesilmeyen günahlarına karşın, merhameti bitmez tükenmez olan O’dur. Sahipsizlik diyarında Sahip O’dur. Kimsesizlik beldesinin kimsesi O’dur. Umutsuzluk karanlığını dağıtıp her tarafı nura gark eden güneş O’dur. Adaletine zulüm bulaşmayan yegâne Sultan O’dur.
O Sultan’ı tanımadan ve O’nun ğufran dergâhında boyun büküp tevbe etmeden işlenmiş günahlar hakiki zararın ve ebedi hüsranın ta kendisidir. Çünkü günahın bağışlanmaması demek, onun cezalandırılacağı anlamına gelir ki Kahhâr olan Allah Azze ve Celle’nin cezalandırması pek şiddetlidir.
Mücrim kişi, günahı bağışlanırsa mesut ve bahtiyar bir mücrim olur. Günahkâr kul günah işler ve sonra çok fena bir iş yaptığının farkına varıp hemen o günahın kirini ondan giderecek bir yol, bir merci arar. Tabi bağışlanma ve günahı silmenin tek mercii Allah Tebareke ve Teala’dır. Kul da boynu bükük ve mahcup, o merciye döner ve dokunaklı bir pişmanlık merasimi başlatır ruhunda ve benliğinde… Böylelikle Allah (cc) da kendisine ihlâsla yönelen pişman kuluna Ğafûr, Afûvv isimleriyle tecelli eder, onu bağışlar.
Pişman olmuş, eman dileyerek Sultanlar Sultanı’nın bağışlanma dergâhına kapanıp taat, itaat sözü veren günahkâr kul, Ğafûr’un tecelligahı olma şerefine erişir. Böylece tevbe ve istiğfar, velayet makamlarından bir makamdır ki tevbe ve istiğfarı hakkı ile eda edenlerin makamı bu makamdır.
Hayat denen imtihan sonrasında dikkatli bir gözle seyr-u sefer edenler bilirler ki bu yolda, birbirlerine olanca uzaklık ve zıtlıklarına rağmen iman ile küfür, takva ile fücur birbirine sınır komşusu iki meydan, iki yoldurlar. Küfür kervanının talihsiz yolcuları nasıl ki kelime-i şehadet getirerek hemencecik iman kervanına katılıverirler; öyle de, fücur beldesinin günahkâr sakinleri tevbe ve istiğfar ederek sınırın berisindeki takva şehrine giriverebilirler ve isimlerini muttakiler listesine bir anda mühürleyebilirler.
Günaha koşanlar, katrana bulanmışçasına ruhlarını kirletmişlerdir de farkında olmazlar çoğu zaman. Günahın çirkin suretini görmek, kokuşmuş nefesini duymak isteyenler; murdar kokuşmuş et yemeyi veya lağım çukurunda fare olmayı hayal etmelidirler. Ki mide bulandırıcı çirkin vaziyet izan edebilsinler.
Allah (cc)’tan başka bu kiri giderecek ve lağımın pisliklerinden arındırıp ruhu ve bedeni tertemiz kılacak kim vardır: “Ve ‘çirkin bir hayâsızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir?”[2]
Tevbe ve istiğfar edenler, fırtınalı imtihan deryasında, Mağfiret Gemisi’nde birinci mevkide yolcu olma hakkını kazanır ve kurtuluş rotasında Allah’ın izni ile selametle yol alırlar. Bu gemide yolcu olmanın şartı; pişmanlık ve gözyaşıdır. Gerisi çok kolaydır. Çünkü Allah (cc)’ın mağfireti sonsuzdur. Çünkü Ğafûr O, Ğaffâr O’dur.
Küfür ve dalalet diyarının tohumları günahlardır. Ruh ve beden tarlasında ekilen günah tohumları arttıkça da kişi küfre yakınlaşır, küfre doğru yol alır. Her tarafını çepeçevre günahların sardığı bir kişi, Müslüman da olsa artık küfrün amansız pençesinde kıvranan meyus bir yaratık olmuştur ve bu halden kurtulmayı çoğu zaman kendisi de ummaz.
Bağışlama, merhamet ve affı bol, Afûvv ve Ğafûr olan Rabb-i Kerim’in rahmetinden ümit kesmek bir mü’min için düşünülmezse de, nedendir bilinmez; birçok Müslüman bu umutsuzluk hastalığının pençesine düştüğündendir ki gittikçe dalalet kuyularının derinliklerine batar gider. İnsanlar zanneder ki günahı temizleyecek bir yol yoktur. Hâlbuki Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’in her yerinde tevbe, bağışlanma, af, merhamet ve rahmet konularını işler ki kulunu kendinden ümitsiz kılmaz.
“De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir.”[3]
“Rabb’iniz rahmeti üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler, sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse kuşku yok, O, bağışlayandır, esirgeyendir.”[4]
Ve bu meyanda daha bir çok ayet ve hadis günahkârların çoraklaşmış gönlüne rahmet yağmuru olup yağar.
Elbette ki cezalandırma ile ilgili ayetler de var ve bu ayetler, okunup üzerinde tefekküre dalındıkça insanın ruhunu haşyet ve dehşet kaplar. Çoğu zaman bu ayetler okunduğunda yeryüzünde hiçbir insanın kurtulamayacağı hissine kapılırız. Günahkârların nasıl da çetin bir azaba uğratılacağını işittiğimizde umut evimiz yıkılıverir bir anda ama unutulmaması gerekir ki bu azap vaidleri bağışlanma pınarından nasiplenmemiş ve tevbenin arındırıcı ikliminin farkında olmayanlar içindir. Yoksa tevbe ve istiğfarı yaşam tarzı haline getirip Rabbinin rahmet ve mağfiret nazarlarına mazhar olanlar saadet yurdu cennetin ebedi sakinleridirler, bunda kuşku yok…
Bir de şeytanın insanı Allah-u Teala’nın Rahim, Kerim, Ğafûr, Afûvv isimleriyle kandırıp bolca günahlar işleterek gaflet ve dalalet karanlıklarına daldırması meselesi var ki bu, rahmetten ümitsiz olmak kadar tehlikeli ve dehşetlidir. Sürekli günahlar işleyip tevbe etmemeyi adet haline getirenler elbette ki azabın en şedidine müstahak olurlar ve onlar için bir şefaatçi de bulunmaz.
Mü’min kul bilmelidir ki Allah Azze ve Celle rahmeti sonsuz olduğu gibi Kahhar’dır da. Bağışlama ve mağfiret hadsiz olduğu gibi Şedidu’l-Batş (Yakalaması çok şiddetli), Elimü’l-Ahz (yakalaması acıklı) ve Şedidu’l-İkab (Cezalandırması çok şiddetli)’dır da.
Kulun Rabbini hem celal, hem cemal, hem kemal sıfatlarıyla tanıması, onu Rabbine yakınlaştıracak; hal ve hareketinde denge ve teyakkuz meydana getirecek ve onu, kurtuluşuna vesile olacak amellere sevk edecektir.
Gâh cehalet, gâh gaflet, gâh unutkanlık, kulu hataya sevk etmiştir etmesine; o yine de Rabb-i Rahim’inin bağışlanma pınarına pür aşina, döner durur ilahi dergahın kapısında. Biraz buruk, biraz mahcup ve ama ümitsiz bir terennümle tevbe feryadını kopartır ta ciğerinden. Günahın ve isyanın yangını bir parça yakmışsa da Rabb’ın af ve mağfiret tiryakini sürer durur gönül yaralarına. O bilir ki; tüm kapıların üzerine kapandığı küfür ve isyan cehenneminde ona ardına kadar açık olan tek kapı, ilahi mağfiret kapısıdır. Ve o bilir ki; günah ve nisyan cehaletinin tüm güneşleri söndürdüğü umutsuzluk diyarında, dünyasını ve ruhunu aydınlatan yegâne nur ve ışık, ilahi rahmet güneşidir.
Mü’min kul, Cömertler Cömerdi Rahman’ın nezareti altında olduğunun bilinciyle haddi aşmaktan çekinir ve günah işlemekten hicap duyar. Hele bir de, bir an nefsine ve şeytanın desiselerine kapılıp günah işlemişse, ruhunu baştan başa ar kaplar, deruni bir sızlanmayla Sevgililer Sevgilisi’nin rızasını kaybetmeme telaşına düşer; keza istiğfar kapısını ihlaslı bir tevbe eşliğinde çalar ki bu kapının hiçbir muhlisin suratına kapandığı görülmemiştir.
“Allah var, gayrı gam yok” demiş atalar. İmanın zirvesini teneffüs etmiş dimağlardan çıktığı aşikâr bu harikulade deyişler, imanın kıyılarında tozan bizlere; hayatı gamsız, kedersiz, huzurlu ve mutlu kılmanın tek yolunun “Rabbi hakkıyla tanımak” olduğunu âgâh üsluplarla hatırlatırlar.
Günah oklarının yara-bereleriyle muzdarip kullar olduğumuzu biliyor; “acı-sızımızın şifahanesi nerede” diye bir şaşkınlığa düşmeden, Yarlar Yari’nin mağfiret pınarında yıkanarak, tevbeyi başımıza taç yapıp, umuda ve kurtuluşa yelken açmayı diliyoruz.
Allah (cc), Ğafûr ismiyle tövbekâr kulunun, şeytan ve nefis ile savaşında yardımcısıdır. Artık kuluna bir mağlubiyet yoktur.
Allah’ın selamı, rahmeti, mağfireti üzerinize olsun.
İnzar Dergisi
[1] Nur: 22
[2] Al-i İmran: 135
[3] Zümer: 53
[4] Enam: 54