Mutlak hâkimiyetin ve “Arş-ı ‘Ala'nın sahibi ferman etmiş; “… ”Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salâvat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin, tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzab: 56). Tüm insanlar asi olsa da Allah ve melekleri; yer, gök ve ikisi arasındakiler seni anmakta, sana salâvat getirmekte, Can Ahmed'im!
Kalben, bila kayd u şart deriz; ”Allahume salli ‘ela seyyidina Muhammed; we ‘ala âli Muhammed; we ‘ala ashabi Muhammed; we atbai Muhammed!” Vallahi sana salavat; şifa ve huzur veriyor, güç veriyor.
Bitmedi: Zarafetini şiirlerden aktarmalıyım; “Ey enbiyalar serveri/ Ey esfiyalar rehberi/ Ey ins u cin Peygamberi/ Ehlen ve sehlen merhaba!”
“Hasan (bin Sabit) onları hicvetti; hem şifa verdi, hem şifa buldu” dediğin şair gibi deriz “Muhammed (sav)'den bahsetmekle O'na değil, şiirlerime (yazılarıma) güzellik katıyorum.” Vallahi, adın “söze, kaleme ve hayata güzellik” katıyor ey Amine Hatun'un Gülü!
“Canım kurban olsun senin yoluna,/ Adı güzel, kendi güzel Muhammed,” adının; ilk hecesinde, “bahar esintileri;” ortada, “Dareyn nimetleri;” sonda, “hayat damlaları” akıyor ya “Mu-ham-med!”
Seçilmiş adına, her bedeli ödemeye değer.“Sensin gönüller sultanı/ Getiren yüce Kur'an'ı/ Uğrunda tendeki canı/ Vereyim ya Resulallah?”
Mahcubuz, mazur değiliz ey Kâinatın Efendisi; layık olamadık, şanına sahip çıkamadık. Sen gidince çok şeyler oldu. İma ettiğin her olumsuzluğu işledik Vallahi! Senden sonra “Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar” ayetini unuttuk.
Suç olsa da diyeceğim; bıraktığın “hilafet, sultanların saraylarında saltanata” döndü.
Yetmedi; “İncire! Zeytine! Sina dağına, şu Emîn Belde'ye yemin olsun ki, en güzel biçimde yaratılan insan(ların çoğu); aşağıların aşağısına..” (Tin 1, 2, 3, 4, 5) inmeye devam etti!
Kur'an'ın fermanı; “Ey Peygamber! Müslümanlara de ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim, sadece Ehl-i Beyt'ime sevgidir.” (Şûra: 23). Sevgiyi bilmem ama Hüseyn'in, Âli Beyt'in –Müslümanım(!) diyenlerce- Kerbela'da katledildi. Yetmedi; “Kıbleteyn” mahzûn; yine bir İbrahim, bir Ömer bekledi.
Salat ve selam sanadır Muhammed'im! Allah'ın emri olan; “Birbirinizin kanlarını dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan çıkarmayın” (Bakara 84) ilkesi de çiğnendi, çiğneniyor. Ey Yetimler Yetimi; “mü'minler bir vücudun azaları gibidir…” demiştin amma bugün “Müslüman, Müslümanın elinden, dilinden emin değil; yurdundan kovuyor, kanını döküyor.” Halimiz; “heyhat mine'z zille!” değil; zillet üstüne zillet!
Ey Rahmeten lil-âlemin! “Kâfirler ise… Ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri alay (konusu) ederler.” (Kehf,56) ayeti hep tecelli ediyor.
Ey “savaş ve barış Peygamberi!” Kâfirin keyfi yerinde; kutsallarımızı alaya alıp çiğniyor, haremini katliamlarla mezbahaneye çeviriyorken; Akillerimiz(!?); “ama, fakat; keşke şunu yapmasaydık, şunu demeseydik...” zırvalarıyla hala Müslümanı kınamaktadır. ”Siz onların dinine girmedikçe, onlar sizi dost edinmezler.” emri unutulmuş; “domuzdan post, gavurdan dost olmaz(!!)” ilkesi terk edilmiş.
Firavn'un sihirbaz sözcüleri; hakikati görünce; “secdeye kapanarak; Musa (A.S) ve Harun'un(A.S) Rabbi'ne inandık dediler” (Şuara-48). Çağdaş Firavunlar'ın –laik-ateist- sözcüleri ise hakikate karşı; “kör, sağır” ama “dilleri uzun; azgın, korkak ve terbiyesizdir. “ilahlarını” günlük seçiyorlar. Batı tüm tezleri ile çürüdüğü içindir ki azgınlaşıyor, ahlaksızlaşıyor. Dilerim müstahakları; “Tebbet” ve “Fil” sureleri olsun!
Kapitalist, emperyalist dünya ne derse desin, “Bu din, garip geldi yine de garip dönsün!” Ama her kes şunu da bilsin; “Kur'an'ın kendisi olan” Muhammed (sav)'ın aşkı hoştur; pervanesi olmaya, yanmaya değer!
Ey Ebedî kurtuluş Rehberi! “Aşkın âşıklar öldürür... // Gel ey gönül gel sen de yan/ Yaş yerine dökelim kan/ Dostu cemalin arayan/ Gelsin beraber yanalım!”
İstikbal, ÂH'ları göğe yükselen ve “Rabbimiz, katından bize bir veli, bir yardımcı gönder”diyen müminlerin olacaktır. Deruni dua ve selamlarımla.