“Bir zamanlar dünyanın en mutlu insanları yaşarmış şu an yaşadığımız yerlerde. Herkes kendini güvende hissediyormuş. Kimse adaletten ayrılmaz, zulme bulaşmazmış. Birbirini seven, birbirine güvenen sadık insanların yaşadığı bu yerlerde adil olma, haksızlık yapmama, iyiliksever olma gibi hasletler övülen şeyler bile değilmiş. Çünkü bunlar, herkeste bulunması gereken asgari hasletlermiş. Asıl övülen şeyler ise, kendini bir diğerine feda etme, başkasının menfaatini kendi menfaatine tercih etme, hakkı olan şeylerden feragat etme gibi hasletlermiş. İnsanların çoğu da bu artı değerlere sahip övülen kişilerdenmiş. Bu konuda herkes birbiriyle yarış içinde imiş. Normal standartların altına düşmek ise kimsenin yapmadığı bir şeymiş. Böyle birkaç kişi bulunsa da hemen toplumdan dışlanıp hak ettikleri cezayı bulurlarmış.”
Kullandığım ‘miş’li geçmiş zaman kipine aldanıp masal anlattığımı sanmayın. Aslında geçmişe dalıp nostaljik bir esintiyle avunmak ve avutmak peşinde de değilim. Peki ya ne? Anlatayım:
Dünya, öyle bir hal aldı ki, tarifi imkânsız ve içinden çıkılması zor zilletlere salındı insanlık. Zulüm her yeri sardı. Hırsızlık, dolandırıcılık, cinayet, gasp, tecavüz, yalancılık, koğuculuk, talan, iftira ve aklımıza ve dilimize gelebilecek her türlü ahlaksızlık, kötülük neredeyse herkesin sıradan, doğal bir sıfatı halini aldı. Bizi kurtarın! Sesimizi duyan yok mu? İmdat çığlıkları ve insanı alçaltıp rencide eden yaşam tarzının verdiği elem ve ızdırabın iniltileri her yerden ve herkesten işitilir oldu.
Bir çıkar yol var mı? Bir ilaç, bir iksir bulunabilir mi? Bütün bu dertlere derman verecek bir tabib, bir kurtarıcı var mı?
Var! Evet var… Gökkubbenin altında yaşayan bütün insanlara sesimi işittirecek kadar feryat edip ilan ederek söylerim ki tüm bu kötülükleri ve çirkinlikleri kökünden temizleyecek bir ab−ı kevser, her derde deva bir muazzam merhem var.
Genelde tüm insanlık, özelde kendi milletim; gencinden yaşlısına, yöneticisinden işçisine, polisinden öğretmenine, doktoruna, köylüsüne, askerine, hukukçusuna, esnafına ta en büyük bireyden en küçük ferdine; kendini insanlıktan sorumlu hisseden herkes bilmelidir ki bu her derde deva olan ilaç, anında tesirini gösteren ve iyileştiren ‘Tevbe’ macunudur. Tevbe, öylesine büyük bir ilaçtır ki insanlık meydanında baş gösteren küçük−büyük, maddi−manevi tüm hastalıkların ve fenalıkların en etkili tek ilacıdır. Tevbe olmaksızın diğer tedbir veya çözüm yollarının kendisi de bir başka hastalığa, bir başka derde kapı aralayacaktır belki de.
Tevbenin neden tek çıkar yol olduğu sorusuna gelince; çünkü tevbe, yapılan işin veya fiilin kötü ve zararlı olduğunu anlayıp pişman olmaktır ve o fiilden kaçınmaktır. Gidilen yolun karanlık ve fenalıklarla dolu bir yol olduğunu anlayıp geri dönmektir. Uçurumun kıyısından uzaklaşıp selamet vadilerine dönmektir tevbe.
Milletimizin ve insanlığın bu tevbeye su ve hava kadar ihtiyacı var. Ey milletin acı dolu feryadına ciğerpare kulak veren arkadaşım! Ve bu dehşetli yangının orta yerinde kalmış insanlığın elem ve ızdıraplarını gözyaşıyla karşılayan kardeşim!
Allah−u Teala bütün günahları affeden Gafur ve samimi yapılan tüm tevbeleri kabul eden Tevvab’tır. Hiçbir günah, hiçbir kötülük onun indinde affedilmez değildir. Yeter ki sonu sağlam bir tevbeyle bağlanmış olsun. Günahkarların yegane umut kapısı O’dur. Şerlerden, fenalıklardan arınma mercii O’dur. O, tevbe edeni karşılıksız, şartsız bağışlar. Çünkü O Tevvab’tır ve bağışlanma nehrini, yıkanıp tertemiz olsunlar diye güneş batıdan doğana dek tevbekarların üzerine akıtacaktır. Günahların, kötülüklerin kara katran isiyle kirlenmiş ruhlar bu nehirde bolca yıkanma ile tertemiz olur.
Şimdi Allah−u Teala’nın niçin bazı şeyleri yasakladığını anlıyor musun? Günahın çirkin yüzünü görebiliyor musun? Allah−u Teala’nın hudutlarını, sınırlarını aşmanın, ihlal etmenin insanlığa ne kadar pahalıya mal olduğunu ve insanlığı rezaletin hangi derekelerine düşürdüğünü gördün mü?
Çağımızın bağrında yanıp duran ve tüm güzellikleri yakıp kavuran bu cehennem; Allah’a isyanın, günahların ve küfrün yangınıdır. Öyledir, çünkü günahlar ilk başta günahkârın kalbini, gönlünü yakıp karartır. Sonra da, kalbi kararan insanların oluşturduğu toplumda mutluluk ve huzur beklememiz abestir. Hatta bazen küçük bir kıvılcımın koca bir ormanı nasıl yakıp yok ettiğine hepimiz şahit olmuşuzdur. Bu yangının baş gösterdiği ve yayıldığı toplumlarda mutsuzluk, huzursuzluk, zulüm, vahşet, anarşi bir kaderdir artık.
Ey insanoğlu! Sen, ben; hepimiz suçluyuz. Her birimizin işlediği günah kadar suçluyuz. Toplumda sahip olduğumuz makam ve etkinlik suçumuzu biraz daha büyütür. Toplumdaki huzursuzluk ve anarşiden veryansın edip kabahati, nüfus çokluğunda ve ekonomik imkânsızlıklarda gören yönetici; kabahati kendi kusurlarında aramalıdır. Çünkü toplum onun aynasıdır; o da toplumun bir numunesidir. Bu anlamda toplum da yöneticinin zalimliğinin, vurdumduymazlığının ve sair kötülüklerinin kabahatini kendinde aramalıdır. Bu şekilde öğretmen, öğrencinin kalitesizliğini ve başarısızlığını kendisine; asayişçi, sokakların huzursuzluk ve güvensizliğini kendisine; muhtar, köyün−mahallenin düzensizliğini kendisine; mal mülk sahipleri, hırsızların cürmünü kendilerine fatura etmelidir. Veya kendilerini de bu günahlarda ve fenalıklarda pay sahibi kılmalıdır. Öyle sanıyorum ki benim gibi herkes; bu milletin duyarlı ve vicdanlı evlatlarının her biri; topluma salgın gibi musallat olmuş huzursuzlukların, hastalıkların ve fenalıkların ortadan kalkması için elinden geleni yapacaktır. O halde gelin, hep beraber tevbe edelim. Bütün mesaimizi tevbeye adayalım. Bana göre bir kişi bütün ömrünü bir tek günahın tevbesini sağlama yoluna harcarsa, zamanını israf etmiş olmaz, ömrünü boş geçirmiş sayılmaz. O halde işe kendimizden başlayalım. Tevbe eden kişi kalbindeki kiri temizlemekle kalmamış aynı zamanda o günahın yerini iyilikle doldurduğundan çevresine aydınlık ve huzur yaymış olur…
Gerçekten Allah (cc)’a isyanın yolu kötülük, huzursuzluk yoludur. Bu yol, dünyada dert, ıstırap ve huzursuzluk verdiği gibi, ahiret hayatında da cehennem azabını sonuç verir. Gelin bu iki cihan azabından tevbe ipine sarılarak kurtulalım. Hele bir de Yüce Rabbimizin bağışlama ve merhamet dolu tevbe çağrısı önümüzde bir ab−ı hayat gibi dururken sırtımızı dönmeyelim. Çirkin gaflet örtülerine bürünüp dünyayı da ahireti de kendimize zindan etmeyelim. Huzur ve refah sadece tevbeleri çokça kabul edip affeden merhametli Allah (cc)’ın ipine sarılmadadır.
Geçmişi huzur ve yüceliklerle dolu milletimin, günah ve isyanın kötülüklerini anlayıp şer ateşini söndüreceği ve tevbe yağmuruyla yıkanıp vatanı tertemiz bir gülistana çevireceğine olan inancım tamdır. Bu milletin hiçbir ferdinin o kokuşmuş bataklıkta, kötülükler ve günahlarla dolu canavarlıkta ısrar edeceğini sanmıyorum. Sizleri tevbeleri kabul eden Allah (cc)’ın merhamet ve affediciliğini ve de tevbenin yüce mertebesini ifade eden ayet ve hadislerin serin iklimiyle baş başa bırakıyorum. Sözün en doğrusu Allah (cc) ve Resulü (sav)’nündür.
“Ey mü’minler! Hep birlikte Allah’a tevbe edin. Umulur ki felah bulursunuz.”[1]
“Sonra, tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti.”[2]
“Kim tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”[3]
“Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyilikle çevirir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Kim tevbe eder salih amellerde bulunursa, gerçekten o tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah’a döner.”[4]
“Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşinizdir.”[5]
“Bizim ayetlerimize iman edenler, sana geldiklerinde onlara de ki; ‘Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse, kuşku yok ki O, bağışlayandır, esirgeyendir.”[6]
“Sonra gerçekten Rabbin cehalet sonucu kötülük işleyen sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphe yok ki senin Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir.”[7]
“Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemen ardından tevbe edenlerinkidir. İşte Allah böylelerin tevbelerini kabul eder.”[8]
“Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman ‘Şimdi tevbe ettim’ diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azap hazırlamışızdır.”[9]
Hz. Peygamber (sav), Ebu Hureyre’nin rivayetiyle;
“Allah, güneş batıdan doğmadan önce tevbe edenlerin tevbesini kabul eder.”[10] Buyurmuştur.
Başka hadis−i şeriflerde şöyle buyurulmaktadır:
“Günahından tevbe eden kişi günah işlememiş gibidir.”[11]
“Allah−u Teala gece günah işleyene sabaha kadar, gündüz günah işleyene de tevbe etmesi için akşama kadar elini uzatır. Güneş batıdan doğuncaya kadar böyle devam eder.”[12]
“Göklere kadar yükselen günahlar işleseniz de sonradan nedamet etseniz, Allah−u Teala tevbelerinizi kabul eder.”[13]
“Günahların kefareti pişmanlıktır.”[14]
İnzar Dergisi
------------------------
[1] Nur: 31
[2] Tevbe: 118
[3] Hucurat: 11
[4] Furkan: 70−71
[5] Tevbe: 11
[6] Enam: 54
[7] Nahl: 119
[8] Nisa: 17
[9] Nisa: 18
[10] Müslim: 2703
[11] İbn−i Mace
[12] Müslim. Ebu Musa’dan rivayetle
[13] İbn−i Mace Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir.
[14] Ahmed ve Taberani