Karagözleri sürmeli, beyaz tülbentli Kürt kadını. Her gelin gibi kırdım, her kayınvalide gibi kırdı. Kırgınlık yıldırdı mı? Hayır.
Kürt kadını nasıl olmalı? Diye bir sual duysa idim, çıkarır kayınvalidemin fotoğrafını gösterirdim.
Bazı zamanlar o kurşuni sözleri ile kendimi heder ederdim. Bir insan dilini bilmediği biri tarafından nasıl bu kadar yaralanır? Birçok kere ne dediğini anlamazdım. Ama bilirdim öfkelenmiş, bilirdim bir yanlış görmüş. Saçlarını tek örgü ören yine bir yanlışı görmüş. Bazen gerçekten gördüğü yanlış idi. Ve evet bazen de gördüğü yanlış idi. Kendimi anlatmak bazen susmak, bazen ağlamaktı. Kürtçe bilmediğim için ona neden kırıldığımı ve durumu niye bu kadar yanlış anladığını anlatamıyordum. Aile fertlerine defaatle niyaz ettim. “Gelin ben söyleyeyim, siz söyleyin ve o söylesin” çevremdekiler aldırma derdi, önemli değil, önemli idi. Çünkü ben ne çocukluğumda ne de genç kızlığımda anne sevgisi yaşamadım. Kayınvalidem benim ikinci şansımdı.
Kayınvalideye bu ismi kim koymuş ki? Onlar neden kayınımızın validesi olsun? Eşlerimizin annesi. Eşvalide mesela, melodik olmasa da daha anlamlı. Eşimi çok sevdiğim için sevdim onu. Ve kara gözlerini, sürmesini, beyaz tülbendinin kenarındaki pembe iğne oyasını, pembe yeleğini, pembe hırkasını. Bana hep kızardı. Bu kahve renkli kıyafetleri giyme sen yeni gelinsin, içini karartır, biraz açık renkli giyin. Derdim, ben seviyorum bu renkleri, ben de tuhaflık yok sende var, senin yaşındaki biri böyle pembe yelek pembe hırka giyer mi? Ve hırka ile takım pembe iğne oyalı beyaz tülbent. Hep bir anlam arardım, normal değildi bu kadar pembelik. Ve şimdi anlıyorum pembenin onda anlam bulduğu çocuk sevgisini. Hangi kadın çocuğunu daha çok sever, hadi bakalım? Diye bir sual olsa, kara gözlü Kürt kadını Fehime Hanımın fotoğrafını çıkarır, işte derdim.
Fehime Hanım bir cebinde portakal, bir cebinde domates ile çocuklarının yanına gelen kadın. Ve torunlar için şekerlemeler. Torunları onu cepleri ile hatırlar. Önce aşağıdaki demir kapının sesi, kapı kapanır, merdivende ayak sesi ve torunlarının ceplere el atması. Sabah ve akşam kapımızı kendi anahtarı ile açıp seslenmeden biri çıkıyorsa merdivenlerden, bu geliş tülbentli kadının gelişi idi.
Demokrat bir Türk ailesinden çıkıp; içinde bir elti iki görümce, üç kayının olduğu bir Kürt evine gelin gelmiştim. Ne dediklerini anlamadığım insanlar akşamları bir araya gelip dudaklarını kıpırdatırlardı. Örfleri, öfkeleri, dilleri, dîlleri her şey bigâne.
Gelin görmeye gelenlere kayın validem; ”Bukamin ze'f faqîr e” derdi. Bir iki üç eşime dedim. Tamam, Kürtçe bilmiyorum ama fakiri anladım, annen bana fakir diyor, biz çok zengin değiliz, ama ben bir memur kızıyım, fakirlik görmedik. Eşim güldü; “duymuşsun, anlamamışsın, bizde fakir iyi huylu, uyumlu demektir” Kayınvalidem beni seviyordu. Dilimi bilmese de seviyordu. Bir gün geldiğinde ben zeytin ekmek yiyordum. Hem üzgün, hem kızgın, hem de merhamet tonu ile söylendi, “Yemek yok mu?” Yok diyemedim, desem kızardı. Bir insan aynı anda nasıl hem öfkeli, hem merhametli olabilir? Adı Fehime ise olabilir…
Örfünü bilmediğim bu ailede her dem şaşkın ve kırgındım. Bir şeyler oluyor, birileri ruhumu cimcikliyor, canım acıyor, kim yapıyor niye yapıyor anlayamazdım. Çünkü canımı acıtan kendini iyi saklıyordu. Ve sen yaptın dediğimde ellerini arkaya koyup kendini aklıyordu. Tek bildiğim canım yanıyordu. Tek benim değil, ailede herkesin canını acıtıyordu gizlenenler. Siyaset bu olsa gerek. Benim kültürümde kin de öfke de sevgi de düşmanlık da aleni idi.
Bir gün ağlarken sesimi duyup odama geldi. Dedi; “Keçamin bir pislik gördün ise topla temizle, kimin yaptığını Allah da bilir, sen de bilirsin, yapan da bilir, pisliği kimin temizlediğini kokudan rahatsız olan herkes bilir.” Yadê diye sarılmak istedim, utandım.
Türk olduğum için ona anne diye hitap edemedim. Yadê demeye utandım, hitapsız sever, hitapsız kızar, hitapsız konuşurdum.
Kızdığında ”Derewa neke”, üzüldüğümde “Xem tune ye keçamin” diyen o Kürt kadınını çok özledim işte, şimdi bir akşam vakti fırınımı temizlerken…
Seni sevdim yadê, kırılsam da, kırsam da çok sevdim.
İki pişmanlığımdan birisin. Keşke üç yaşındaki kızım toprağa verilmeden evvel ıslak tenine bir kez daha sarılsa idim. Ve keşke seni kaybetmeden önce tek bir kez “yadê” diyebilseydim!