Yalan ve yalancılık; şeytan ve avanesinin Hz Âdem ve oğullarını Sıratı Müstakimden ayırmak için kullandığı en etkili yöntemlerden biridir. Şeytan, yalan hilesini kullanmasaydı Hz. Âdem babamız ve Havva annemiz belki de cennette ilelebet kalmış olacaklardı. Ama şeytanın yalanlarına kanan Adem babamız ayıp yerleri ortaya çıkmış, Rabbinin emrine karşı gelmiş bir şekilde cennetten çıkarılarak imtihan meydanı olan yeryüzüne inmiştir.
Şeytan, yalan silahını kendisi kullanmakla kalmamakta, kendi taraftarlarına da etkin bir şekilde kullandırtmaktadır. Tüm Peygamberler ve İslam davetçileri kavimleri tarafından yalanlanmış, iftiralara maruz kalmış, fiziki işkence ve baskılardan ziyade bu yalan ve iftiralar onları yaralamıştır. Hz. Ali, Hz. Ebubekir, Ka'b b. Malik ve Hasan b. Sabit gibi şiirleriyle misillemede bulunacak çok güçlü sahabe şairler olmasına rağmen Peygamber Aleyhisselam Yahudi şair Ka'b b Malikin dilinden ve şiirlerinden rahatsız olmuş, öyle müteessir olmuş ki ellerini açıp Allah'tan kendisini bundan kurtarması için duada bulunmuş, sahabeye ‘yok mu bunun hakkından gelecek' diye serzenişte bulunmuştur. Bu durum tarihten günümüze değin sistematik bir şekilde devam edegelmiştir.
Günümüzde olduğu kadar tarihin hiçbir evresinde yalan ve iftira bu kadar sistematik ve organize bir şekilde kullanılmamıştır. Yalan, başlı başına bir sektör olmuş, bilim dalı olarak eğitim kurumlarında yerini almıştır. Tabii yalan adı altında değil, Manipülasyon, asparagas haberler, algı operasyonları, psikolojik harb yöntemleri ve siyaset bilimi adı altında... Kurslarda, akademi ve üniversitelerde nasıl ustalıkla yalan söylenir, bu yalanlarla toplum mühendisliği nasıl icra edilir adı altında tezler hazırlanmakta, koca koca profesör ve uzmanlar bunun dersini vermekte, en etkili bir şekilde yalanın nasıl anlatılacağının yol ve yöntemleri uygulamalı bir şekilde öğretilmektedir.
Günümüzde yalan atma işini en çok icra edenler şüphesiz gazeteciler ve siyasetçilerdir. Bu iki sınıf, yalanlarıyla birbirini desteklemekte, ‘bozacının şahidi şıracı' mantığıyla birbirlerine şahitlik etmekte, halka karşı şeytani planlarını icraata geçirmek için birlikte kumpas senaryolarını hazırlamaktalar. Ülkemizde kartel medyası ve kendisine verilen görevi icra eden gazetecilerin attığı manşetler ne yazık ki parti kapatmalara, hükümet düşürmelere, askeri muhtıra ve müdahalelere, mütedeyyin insanlarımızın aleyhinde suç delili sayılarak ceza almalarına kanıt olarak kabul görmüştür. Bir utanç ve hukuk katliamı olarak da arşivlerde durmaktadır. Gazeteci derken salt muhabir değil, TV spikerleri, yazar, muhabir, köşe yazarı ve değişik isimler adı altında diğer basın-medya çalışanlarının hepsi buna dâhildir. Şuna da izahat getirmekte fayda görüyorum. Bu suçlamalara Doğru haber aktaran, toplumu ifsat eden müfsitlere karşı bilgilendirip muhafaza eden değerli basın mensuplarını tenzih ederim.
Siyasetçi ve medya dünyası bir olunca firavunun sihirbazları gibi topluma siyahı beyaz, beyazı ise siyah diye yutturmaktadır. Müslümanlar ise bu yalanlar karşısında kendilerini savunmakta aciz kalmakta, bir yalanı çürüteyim derken karşı cenahın yüzlerce yalanıyla karşı karşıya kalmaktadır. Ki bazen savunma yapmak dahi onların lehine olabiliyor. Savunsan bir türlü, savunmasan bir türlü.
Bunun en son örneğini 6-8 Ekim Kobani bahanesiyle Hüda Par camiasına yapılan saldırılarda ve Kobaniye saldıran Işid militanlarının içinde bulunduğu hastanenin havaya uçurulmasında gördük. Sözde hastanede Işid tarafından tutulan rehineler kurtarıldıktan sonra içeresindeki İşid militanlarıyla birlikte havaya uçurulmuş ve bu zafer olarak basına sunulmuştu. Hâlbuki 10-15 Işid militan için hastane onlarca doktor, hemşire, çalışanı ve hastalarıyla birlikte havaya uçurulmuş.
Pkk ve uzantıları Hüda Par camiasına akla hayale gelmez yalan ve iftiralarına her gün bir yenisini eklemekteler. Kendilerinden izahat, delil istediğinde ‘bunu herkes biliyor, zaten öyledir' veya kendi basınlarının geçmişte yazdığı iftira ve yalanları sıralamaktalar. Hükümet, onca imkân ve olanaklarına rağmen bu yalan ve iftiralara cevap vermekte aciz kalmakta ve acizliğini de kabul etmektedir. Kamuoyuna kanıt sunmadan Kobani'ye saldıran Işid militanlarının Türkiye'den geçtiğini iddia eden hdp eş başkanının iddiasını çürütmek için vali açıklama yapıyor yetmiyor, başbakan yardımcısı yapıyor yetmiyor, başbakan yapıyor yetmiyor, cumhurbaşkanı yapıyor yetmiyor. Eş başkan, iddiasını ispatlamak yerine ‘Türkiye'den geçmediğine dair bizi ikna edin' demekte. Bu nasıl olacaksa… 2000'de gözaltına alındığımda da polisler aynı şeyi tekrarlıyordu ‘örgüt üyesi olmadığınızı bize ispatlayın' diyerek işkenceli sorgularına devam ederlerdi. Demek ki aynı merkezden besleniyorlar, aynı sıralardan geçmişler.
Müslümanların bugün ne yeterli basın ve medyası ne de yalanlara karşı yalan atma durumları var. Firavunun sihirbazları Hz. Musa'yı, Ka'b b Eşrefler Muhammedi Sevdayı durduramamıştır. Bugün de yalancıların yalanları hak davetçilerini durduramayacaktır. Tarih buna şahittir, günümüz de buna şahitlik edecektir. Yeter ki hak davetçileri üzerlerine düşeni yapsın…