20.yüzyılın ortalarına doğru Mescid-i Aksâ, Arap milliyetçiliğinin simgesi hâline getirildi. Günlük yaşamlarında dindar Arap milliyetçileri bir yana, Solcu Arap ulusalcıları dahi Mescid-i Aksa’ya kurtuluş sloganları attılar.
O yüzyılın yarılarından sonra Arap dünyasının dört bir yanında Selâhaddin ismi yaygınlaştı, yerleşim adlarına bile Selâhaddin adı verildi.
İslamî kesimler, “modern dünya”nın ezilenleri olarak çaresizdiler ve bu durumu ufku açık, İslamî vicdanın simgesi konumundaki sayılı kişi dışında olumlu buldular. İslamî simgelerin sahipsizliği karşısında Arap milliyetçiliği hatta Arap ulusalcılığının Mescid-i Aksâ’ya sahip çıkmasında bir umut gördüler.
21.yüzyıla geçilirken 20. yüzyılın Arap milliyetçiliği neredeyse tarihe karıştı. İslamî kesimin içinde yer bulan Arap milliyetçileri ve nostaljik takınan bazı BAAS’çılarla Nasırcılar var. Onlar, bir yana bırakılırsa 20. yüzyılın Arap milliyetçiliğinin mezar taşı çoktan dikildi.
Şimdi bir Neo-Arap milliyetçiliği ile karşı karşıyayız. Dünkü İngiliz ve Fransız üretimi /Avrupa imalatı Arap milliyetçiliğine karşı, bugün Amerika imalatı/Yahudi dostu bir Arap milliyetçiliği ile yüz yüzeyiz. 11 Eylül’den sonra şekil bulan Bush Teorisi doğrultusunda organize edilmiş bir Arap milliyetçiliği…
Bu nevzuhur Arap milliyetçiliğinin başını dünkü Nasır, Saddam, Esed, Kaddafi gibi subaylar değil; Bin Zayed, Bin Selman gibi prensler ve para babaları çekiyor.
Bugün bu Arap milliyetçiliği, Mescid-i Aksâ’yı simgeleştirmek bir yana, ondan vazgeçmeyi, onu unutmayı, yeni dünyada “Arap çıkarları bağlamında” “akıllı” bir Arap milliyetçisi olmak için alamet-i farika görüyor.
Milliyetçilik seküler bir eğilim olarak idealleri savunur görünse dahi aslında “ulusal anlamda” çıkar üzerine kuruludur. Dolayısıyla Neo Arap milliyetçilerinin pek de paradoks yaşadıkları söylenemez. Neticede söz konusu Arap milliyetçiliği olunca “Hiçbir şey Arap varlığından daha değerli değildir!” Ki biz Türkiye’de böyle bir milliyetçilik tarzına hiç de yabancı değiliz.
Mesele çıkar olunca geriye hiçbir sabit değer kalmaz. Nitekim, Bin Zayed ve Bin Selman, bugünün değişken dünyasında her tür asli değere tutunmayı ihanet görüyorlar. Arapları İslamî değerlere sahip çıkmaya çağıran İhvan-ı Müslimin’i de ihanet etmekle itham ediyorlar.
Aynı grup Libya’da kendi adlarına savaşan Hafter güçleri için “Arap güçleri” kavramını kullanıyor, Türkiye’ye karşı her tür girişimi de Araplık üzerinden seslendiriyorlar. Nitekim medyalarının kaptan gemisinin adı el-Arabiya’dır.
Acaba dün, Arap milliyetçiliği yanlışından Mescid-i Aksâ için umut bulanlar, bugün ne düşünüyorlar?
Kıssadan hisse gerek…
İnsan, dünyevi hedeflerine helal yollarla ulaşmayı tercih edebileceği gibi haram yollarla da ulaşmayı tercih edebilir. Bu konuda irade sahibidir, dünyevi ve uhrevi sonucuna kendisi katlanır.
Ama İslamî bir hedefe haram yollarla ulaşmaya çalışanların dünyada da olsun hayır gördüğü olmamıştır. Haramlar cezbedicidir, başı çekicidir, sonu ise felakettir.
Bırakın ırkçılığı, milliyetçiliğin herhangi bir türü üzerinden İslamî bir gelecek görmeye çalışmak abestir.
Neredeyse iki yüzyıldır İslam dünyasında bu yöndeki arayışlar hep başta bir heyecan doğurmuş, sonra fiyaskoyla sonuçlanmıştır.
Irkçılık ve hiç kuşkusuz milliyetçilik, İslam dünyasında emperyalizm ürünüdür. Bu emperyalizm ürününden bir kurtuluş ideolojisi devşirmeye çalışmak kısır bakışlılıktır, dar görüşlülüktür. Tarihi de bugünü de doğru anlama kabiliyetinden yoksun olmaktır ve hiç kuşkusuz zulümle abat olmayı umut etmektir.
Yanlıştan medet ummak yanlıştır.
Denenmiş bir yanlışta ısrar etmek yanlış üzerine yanlıştır.