HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Rehber TV'de, katıldığı "Rehber Gündem" programında iç ve dış gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.
Yapıcıoğlu, 2019 seçimler için sıkça konuşulan seçim ittifakı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, siyasette kutuplaştırıcı söylemin doğurduğu olumsuz yansımalar, Cumhur İttifakı, Türkiye tarihindeki seçim ittifakları, Suriye meselesi, Doğu Guta'da artan insan ölümleri, Uluslararası Vicdan Konvoyu, Milli Eğitimdeki uygunsuz içerikli kitapların dağıtılması ve İslam âlimlerine yönelik yapılan saldırlar gibi birçok konuda önemli değerlendirmelerde bulundu.
"20 ay sonra yapılacak seçimlerle ilgili ittifakın bugünden konuşulması anormal bir durum değil mi?"
Meclise sunulan kanun teklifinin 24. maddesine değinen Yapıcıoğlu, "Eğer seçimler zamanında yapılırsa Cumhurbaşkanlığı seçimi veya milletvekilliği genel seçimi 2019 yılının Kasım ayında yapılacak. Yani şu anda 20 aya yakın bir süre var. Ondan önce 2019'un Mart ayında takriben bir sene sonra mahalli seçimler yapılacak. Ama mahalli seçimler pek konuşulmuyor. Ondan 7-8 ay sonra yapılacak milletvekili genel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri konuşuluyor. Bu durum akla şunu getiriyor acaba hükümet her ne kadar aksini iddia etse de 'AK Parti'nin geleneğinde seçimleri zamanında yapmak vardır' dese de acaba bu seçimler öne mi çekilecek diye doğrusu bizde soru işaretleri oluşturuyor. Meclise sevk edilen kanun teklifinin 9 maddesi anayasa komisyondan geçti. Bunun son 2 maddesi hariç sanırım 24. maddesi olacak. Bu maddede şöyle bir değişiklik getiriliyor. Şu andaki mevcut düzenlemelere göre hem anayasa hem de mahalli seçimleri düzenleyen yasada şöyle bir hüküm var, 'eğer milletvekili genel seçimleri ve ara seçimleri ile mahalli idareli seçimleri arasında bir yıldan daha az bir zaman varsa, mahalli idare seçimleri milletvekili seçimleri ile birlikte yapılır' diye bir yükümlülük var. Bu 24. maddede bu hükümler yürürlükten kaldırılıyor. Acaba hükümet yerel seçimlerden önce 2018'in Sonbaharında veya yaz aylarında acaba başka bir milletvekili seçimi, cumhurbaşkanlığı seçimini milletin önüne koyar mı? Eğer böyle olursa seçim ittifaklarının şimdiden konuşulması çok erken sayılmaz. Ama 20 ay sonra yapılacak seçimlerle ilgili ittifakın bugünden konuşulması gerçekten anormal bir durum değil mi?" dedi.
"Şu anda bizim gündemimizde seçim ittifakları yok"
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine değinen Yapıcıoğlu, "Şu anda bizim gündemimizde seçim ittifakları yok. Yani herhangi bir partiye ittifak yapma, yapmama; herhangi bir partiye ittifak götürme gibi bir çalışmamız yok. Bize gelen herhangi bir ittifak teklifi yok. Seçime girmeye 20 ay kalmışken şimdiden ittifakları konuşmak -konuşanlara bir şey demiyoruz, konuşulabilir.- isteyen istediğiyle ittifak kurabilir. Hatta yüzde 10'luk seçim barajı; diğer partileri de ittifaklara zorlayabilir. Hükümetin kafasında şöyle bir şey vardır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini getirdikten sonra bu sisteme uygun olan iki partili sistemde, partililer iki ana gruba ayrılsınlar bir grup bir tarafından, bir grup diğer tarafta iki partili sistem gerçekleşirse, bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine daha uygun olur. Çünkü daha önce 2002 yılında yüzde 34 buçuk ile AK Parti iktidar olmuştu. Rahmetli Erbakan Hoca yüzde 25 küsur ile koalisyon hükümetinin Başbakanı olmuştu. Yüzde 20'lerde oy alan partiler de daha önce belki hükümet kurmuşlardı. Ama cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde 2. tura tek bir aday kalsa bile mutlaka oylarını yüzde 50'den fazla olması gerekiyor. Böyle bir sistemde partilerin sayılarının çokluğu belki dezavantaj olarak görülebilir. AK Parti gibi bir parti kendisi cumhurbaşkanı seçilmeye en yakın gören parti olduğu için böyle düşünmüş olabilir. Mesela Amerika'da 20'ye yakın parti var. Fakat cumhuriyetçiler ve demokratçılar dışında seçime giren yok. Çok varlıkta gösteremiyorlar. 2 partili bir sistemmiş gibi görünüyorlar. Önce delegeler başkanı seçiyorlar en fazla delegeyi alan kazanmış oluyor. Diğer partiler çok cılız kaldığı için ormanın içinde o sık ağaçları arasında büyümeye çalışan küçük fidanlar gibi oluyor. Güneş görmedikleri için büyümüyorlar. O sisteme doğru bir gidiş olabilir. Veya hükümet buna zorluyor olabilir. Bundan dolayı bu ittifak teklifleri geliyor. Şunu da unutmamak lazım ittifak teklifi MHP'den geldi. Bu yüzde 10'luk barajının etkisinin daha büyük bir etken olduğunu da gösteriyor denilebilir." ifadelerini kullandı.
"Siyasette kutuplaştırıcı bir dilin kullanılması toplum açısından, milli menfaatler açısından iyi değil"
Bazı siyasi partilerin kendi menfaatleri için gerginliği tırmandırıcı söylemlerde bulunmalarının doğru olmadığına dikkat çeken Yapıcıoğlu, "Biz öteden beri şunu söylüyoruz. Siyasette kutuplaştırıcı bir dilin kullanılması toplum açısından, milli menfaatler açısından; memleket açısından, ümmetin maslahatı açısından iyi değil. Bazı siyasi partiler gerginlik politikasının kendilerine yaradığını, yarayacağını sandıklarını, kendilerine biraz daha fazla oy taşıyacağını düşünebilir, bundan dolayı gerginliği tırmandırıcı söylemlerde bulunabilirler. Biz bunu yanlış olduğunu söylüyoruz. Bizim düşüncemiz şudur. Herhangi bir şahıs veya parti; kendi şahsi menfaatlerine ve grup menfaatine uygundur diye milletin, memleketin faydasına olmayan veya zarar verecek bir harekette bulunma hakkına sahip değildir, olmamalıdır. Böyle bir şey yaparlarsa o zaman 'ben millete hizmet etme yarışı için yola çıktım ve bu yarışı kazanırsam millete hizmet edeceğim' iddiası temelsiz kalır. Yani bir kere aslolan milletin menfaati, ümmetin maslahatı olmalıdır. Yoksa kendi grup çıkarları için milleti kutuplaştırıp birbirine düşüren veya sosyal dengeleri bozan ya da toplumun huzurunu kaçıran hareketlerden memlekete bir fayda gelmeyeceği inancındayız." dedi.
"Cumhur dediğiniz halkın tamamıdır"
Bazı partilerin kendi bulundukları çizginin çok doğru olduğunu söyleme hakları olduğunu ama tek doğrunun kendileri olduğunu söylemeye hakları olmadığını söyleyen Yapıcıoğlu, "İsimlendirmelere gelince bazı partiler kendi bulundukları çizginin çok doğru olduğunu ve en doğru olduğunu söyleme hakları vardır. Ama tek doğru olduğunu söylemeye hakları yoktur. Kendini tamamen doğru olduğunu, kendileri dışındaki herkesin yanlış bir çizgide olduğunu iddia etme hakları yoktur. Veya bir tarafta olanların milli, diğer tarafta olanların gayri milli olduğunu iddia etme hakkı yoktur. Birileri şahıs olarak gayri milli bir duruş sergileyebilir, birileri duruş olarak memleketin çok net bir şekilde zararına olan bazı söylem ve davranışlarda bulunabilir bu ayrı bir şey. Ama partilerin bütün olarak ihanetle suçlanması yanlış bir şeydir. Bir de cumhur dediğiniz şey halkın genelidir. Yüzde 50+1 Cumhur İttifakı ise %50-1 ne oluyor? Doğrusu bu cevabı olmayan bir şeydir. Cumhur dediğiniz halkın tamamıdır. Partiden cumhur olmaz veya yüzde 50+1'den cumhur olmaz." uyarısında bulundu.
"Türkiye'nin siyaset tarihinde bu tür ittifaklar olmuştur"
Seçime daha erken olduğu için 'ittifaka girer miyiz girmez miyiz' diye bir kararı henüz almadıklarını, tabanlarına bu konuyu anket yaparak sorduklarını ve cevaplarını aldıklarını söyleyen Yapıcıoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Şu ana kadar henüz bizim gündemimize ittifak girmiş değil. İttifak yapalım mı yapmayalım mı, yaparsak kiminle yapalım veya bu ittifakın şartları ne olur? Şu anda bunları konuşmak için çok erken. Şimdi diyelim ki HÜDA PAR oturdu konuştu. Biz yetkili organları toplayıp oturduk veya genel idare kurulunda işin kararını almaya çalıştık. Ve sonrasında karar çıktı. Filanca partiyle ittifak yapalım veya filanca partiye ittifak teklifi götürelim. Dediğim gibi seçime daha 20 ay var. Yarın öbür gün o parti bizim prensiplerimize taban tabana zıt olacak şekilde bir davranış içerisine girerse, 'biz oturup bu kararı almışız ama şundan dolayı kararımızı geri aldık' dersek ne kazanacağız? Şunu ayırmak lazım. Partiler arasındaki siyasi ittifak, seçim ittifakları arasında çok fark vardır. Mesela siyasi ittifak nasıl olur? Herhangi bir siyasi partiyle, herhangi bir grup ile bazı ortak hedefler için birlikte çalışabilirsiniz. Ortak bir zemin, ortak bir hedef vardır. Birlikte bir çaba ortaya koyarak ortak hedeflere ulaşma noktasında siyaseten güç birliği yapabilirsiniz. Seçim ittifakları ise apayrı bir şeydir. Türkiye'de yüzde 10'luk gibi bir de barajı var. Çok yüksek seçim barajı olan memleketlerde bu barajı aşmak için partiler de sadece bu nedenle ittifak yapabilir. Bu yasal ama hukuki olmayan, adil olmayan barajı aşmak için de bazı ittifaklar kurulabilir. Türkiye'nin siyaset tarihinde bu tür ittifaklar olmuştur. Daha önce Refah Partisi ve o dönemin Milliyetçi Çalışma Partisi -şimdiki MHP- arasında bir ittifak oldu. 1993 seçimlerinde 3 parti barajı aşmak için ittifak yaptılar. Fakat her birinin kendi adayları seçimden hemen sonra kendi partilerine geçtiler ve ayrı ayrı gruplarda ve sandalyelerde mecliste faaliyetlerini sürdürdüler. Yine daha önce SHP ve HADEP seçime girerek seçim ittifakıyla meclise gitmişti. Bunun örnekleri var, bu ayrı bir şey. Barajı aşmak için o siyasi ittifaklar ikisi arasında nitelik farkı da var. Fakat dediğim gibi henüz erken olduğu için biz şu anda böyle bir ittifaka girer miyiz girmez miyiz diye oturup kararını almış değiliz. Fakat biz tabanımıza sorduk irtifaklar için ne düşünürsünüz diye? İttifak kuracaksak kiminle kuralım diye tabanımıza sorduk ve cevaplarını aldık. O anket çalışmamızı yaptık fakat henüz bütün sonuçlarını değerlendirmiş değiliz. İnşallah önümüzdeki bir iki hafta içerisinde bu değerlendirmemizi yapacağız."
"Doğu Guta, Şam'ın çok yakınında olması nedeniyle rejimin çok tedirgin olduğu yerlerden bir tanesidir"
Suriye'nin Doğu Guta kentinde her gün 100 kişiden fazla insanın öldüğünü ama ne BM'nin ne de Suriye'nin komşusu olan ülkelerin buraya bir çare bulma konusunda ortaya herhangi bir irade koymadıklarını sözlerine ekleyen Yapıcıoğlu, "Suriye'deki iç savaşın başlaması zamanına göre şu anda en azından çatışan gruplarda bir azalma var. Çatışmaların hızında da bir azalma var. Fakat maalesef halen kan akmaya devam ediyor. Orada herkes kendisine göre bir alan belirlemiş, parsellemiş ve herkes kendisine göre bir terör tanımı yapıyor. Rejime ve onun destekçilerine göre orada muhalif olan herkes terör örgütü olarak veya terör örgütünün safında yer alan kişiler olarak vasıflandırılıyor. Doğu Guta belki hem Şam'ın çok yakınında olması nedeniyle rejimin çok tedirgin olduğu yerlerden bir tanesidir. Başkentin bu kadar yakınında muhalefetin etkin olduğu bir yerin varlığına tahammül edemiyor o yüzden çok uzun bir süredir muhasara altında. Muhaliflerin kontrolünde olan diğer bölgelerle irtibatı kesik olduğu, dört bir yandan sarıldığı için belki oradaki insani kriz daha üst boyuttadır. Son iki haftalık süre içerisinde ortalama olarak hemen hemen her gün 100'den fazla insan ölüyor. Çok yoğun bir şekilde bombardıman altında ayakta kalan sağlık kuruluşu yok, yaralıların tedavi etme imkânı yok, ilaç yok, yiyecek bir şey yok. Gıda sıkıntısı had safhada ve insani kriz çok yüksek boyutlarda. Ne BM ne de Suriye'nin komşusu olan ülkeler buraya bir çare bulma konusunda ortaya herhangi bir irade koymuş değiller. Ümmetin gözlerinin önünde ümmetin evlatları birbirlerini yemeye devam ediyor." Şeklinde konuştu.
"BM'den Suriye'ye şifa olacak, derman olacak bir karar çıkmasını beklemek gerçekçi değil"
Şu an Suriye'de bir alan ve hakimiyet savaşının olduğuna dikkat çeken Yapıcıoğlu, "BM'nin yapısı bu iken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin yapısı bu iken, 15 üyenin 5 daimi üyesi iken ve bunlardan herhangi bir tanesinin VETO yetkisini kullanması halinde oradan bir karar çıkması imkânsız iken, Birleşmiş Milletlerin çok fazla bir şey yapmasını beklemek de doğru değil, gerçekçi değil. Şu anda biliyorsunuz orada bir aynı zamanda bir alan savaşı, bir hakimiyet savaşı var. Birleşmiş Milletlerin daimi 2 üyesi arasında Rusya ve Amerika arasında, 'birisi rejimin safında öbürü de muhalifleri destekleme adına orada olduğunu ve terör örgütü olarak isimlendirdiği DAEŞ ile mücadele amacıyla orada bulunduğunu' söylüyor. Fakat neticede her birisi diğerinden hakimiyet alanını daraltma veya kendi çıkarları için daha uygun olan pozisyonu kapmak için Birleşmiş Milletlerdeki VETO yetkisini, oradaki gücünü asker gücü ile birlikte kullanıyor. Böyle bir durumda Birleşmiş Milletlerden Suriye'ye şifa olacak, derman olacak, onun yaralarını saracak bir karar çıkmasını beklemek gerçekçi değil çıkmayacak da." dedi.
"Bir an önce Suriye'de akan kan tamamen durdurulmalıdır"
Suriye'deki çatışmaların durdurulması için komşu ülkelere ve diğer İslam ülkelerine çağrıda bulunan Yapıcıoğlu, "Biz başından beri söylüyoruz Suriye'deki mesele ümmetin iç meselesidir emperyalizme havale etmeden bir çözüm yolunu bulmak zorundadırlar. Bu savaş 20 yıl daha sürse yine de öyle olmaya devam edecektir. Eğer biz Suriye'deki meselenin çözümünü emperyalistlere bırakırsak, Amerika ve Rusya'nın kendi aralarında anlaşarak bu işi çözmesini beklersek en iyi ihtimalle bunlar kendi aralarında Suriye'yi pay edecekler. Suriye'nin yer altı ve yer üstü bütün kaynaklarını sömürmek için yerleşecekler. Hiç kimse Suriye halkını, orada yaşayan insanları kadınları, yaşlıları, çocukları düşünmeyecektir. Öyleyse çare bellidir. Bir an önce Suriye'de akan kan tamamen durdurulmalıdır. Yani Suriye'deki çatışmalar sona erdirilmelidir ve mevcut sorun bir ümmetin iç sorunu olarak kabul edilerek, komşu ülkeleri ve diğer İslâm ülkeleri de bu işin idrakine vararak elini taşın altına koymalı ve bu sorunu müzakerelerle, siyasi görüşmeler yoluyla çözüm yoluna gitmelidir başka bir çıkar yolu yoktur."
"Savaşlardan ve savaş sonrası müzakerelerden ders çıkararak aynı masa etrafında bir araya gelebilmeliyiz"
Astana ve Soçi Zirvesinde aynı masada oturulduğunun altını çizen Yapıcıoğlu, Suriye'deki sorunları müzakereler yöntemiyle halledilmesi çağrısında bulunarak konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bu gruplardan hiçbir tanesi veya rejimin kendisi bu muhalefet gruplarını tamamen öldürerek yok edebilecek bir pozisyonda değil öyle bir şey asla mümkün değil. Tarihte hiç kimse, hiç kimseyi tamamen yok edememiştir. Sonuçta masaya oturulacaktır. Daha önce defalarca örneğini verdim. 4 yıl süren 1. Dünya Savaşı, 6 yıl süren 2. Dünya Savaşı toplamda 100 milyon insanın ölümüne sebebiyet veren ve çok kısa aralıklarla Avrupa Kıtası'nda cereyan eden bu iki savaş sonrasında, birbirileri ile savaşanlar oturdular, masa başında anlaştılar ve kendi aralarında bir birlik kurdular. Şu anda ortak paraları var, ortak bir bayrakları var ve ortak ordu kurmayı, ortak savunma sistemi kurmayı kendi aralarında tartışıyorlar. Öyleyse savaşlardan ve savaş sonrası müzakerelerden de ders çıkarılmalı, esasen inancımızın bizleri kardeş ilan ettiğini de göz önünde bulundurarak aynı masa etrafında bir araya gelebilmeliyiz. Çok yerde söyledim bir kez daha söyleyeyim. Daha önce biz söylediğimizde bazı meslektaşlarınız, bazı televizyon kanallarında, 'ne yani Türkiye ile İran'ın aynı masanın etrafında oturabileceğini mi düşünüyorsunuz?' diye sormuşlardı. Sonra Astana süreci, Soçi zirvesinde oturdular. Biz onlardan sonra sorduk 'bakın oturdular. Yan yana oturmaları için illa aralarında bir Rus'un olması mı gerekiyordu.' Yani Sayın Erdoğan ile Ruhani'nin el sıkışması için Putin'in arada olması şart mıydı, üçüncü bir elin olması şart mıydı? iki elin temasını kesmesi şart mıydı? Bir araya gelebilirler, gelebilmeliler ve Suriye'deki sorunu müzakereler yöntemiyle mutlaka halletmeliler. Yoksa daha çok can yanacak çok daha kan akacak. İnsan o manzaraları görünce insanlığından utanıyor. Sadece Doğu Guta değil neticede Suriye'de 1 milyona yakın insan öldü ve bunların önemli bir kısmı gerçekten savaşma pozisyonunda olmayan masum insanlar, kadınlar, çocuklar, yaşlılar bunların aralarında açlıktan ölenler, yarası çok ciddi olmadığı halde ilaçsızlıktan ölenler var. Bunların aralarında savaşta ilgisi olmayan hastalıklardan dolayı ölenler var. Yani savaş bir bilgisayar oyunu değil. Başlayınca bu savaş, hele de iç savaş olduğunda çok büyük acılar yaşanıyor. Bunun örneklerini dün Irak'da gördük, bugün Suriye'de görüyoruz. İnşallah yarın başka bir yerde görmeyiz."
Uluslararası Vicdan Konvoyu
Vicdan Konvoyu'nun oradaki insanların yaşadıkları vahşeti dünya kamuoyunun gündemine getirmesi ve bu mağduriyetlerin son bulması temennisinde bulunan Yapıcıoğlu, "Yeryüzünün herhangi bir yerinde yapılan vicdansızlıklara dikkat çekmek, kamuoyunu bu konuda harekete geçirmek veya duyarlı hale getirmek için bir şeyler ortaya koymak değerlidir. Doğrusu benim aklına Zeynep Gazali'nin 'Zindan Hatıraları' kitabı geldi. Ben o kitabı gençlik yıllarımda lise çağlarında okurken ağlamıştım, tutamamıştım kendimi. Gerçekten insan o manzaraları gördüğünde veya duyduğunda ya da okuduğunda insan, insanlığından utanıyor. Ve insan şunu görüyor; insan bir kere insanlıktan çıktı mı onun için durak yoktur. Yeryüzünde insan kadar vahşi bir yaratık yoktur. İnsanlıktan çıkan bir beşerin yapamayacak kötülük yoktur. Gerçekten insanın içini acıtıyor, insanı insanlığından utandırıyor. Bu konuda ortaya bir çaba koyup bir duyarlılık oluşturmaya çalışan, dikkatleri oraya çekmeye çalışanlar; yapabildikleri her neyse yapabileceği şeyi ortaya koyan bütün insanlara, bütün vatandaşlarımıza teşekkür ediyorum. Allah kendilerinden razı olsun. Dilerim yaptıkları bu çaba oradaki insanların mazlumiyetini, mağduriyetini, yaşadıkları vahşeti dünya kamuoyunun gündemine getirir ve başta İslam ümmeti olmak üzere bu konuya duyarlı herkes bu konuya eğilir ve bu insanların yaşadıkları mağduriyetler son bulur diye temenni ediyorum. Fakat doğrusu çok ümitvar da değilim. Yani bu tip çabalarla bitecek mi, oradaki insanlar serbest mi kalacak veya yapılan vahşetler son mu bulacak, onlara yapılan zulümler bitirilecek mi? En azından bundan sonra o kadar kötü muamele görmeyecekler mi? doğrusu o zalimlerin bu konuda geri adım atmaları da çok kolay değil. Fakat kim ne yapabilirse karınca misali, her şeye rağmen ortaya bir şey koymak, yapabileceğimiz şeyleri yapmamız gerekiyor." ifadelerini kullandı.
"Okullardaki zararlı yayınlar sadece televizyon dizilerinde değil daha da vahimi sosyal medyada yer alıyor"
Gelecek neslin ahlakını veya psikolojisini; insani yapısını tahrip edecek nitelikte içeriklerin önüne geçilmediğinin altını çizen Yapıcıoğlu, "Pek çok kitap ile ilgili Milli Eğitim'e soruluyor. Milli Eğitim'de 'tamam bunlar kütüphanelerde bulundurulabilir nitelikteki kitaplardır' diyor. Bu kitapların önemli bir kısmı detaylı bir şekilde incelenmediği düşüncesindeyim. Eğitimden sorumlu arkadaşlarımızla yapmış olduğunuz görüşmelerde 'bunun gibi yüzlerce kitabın o kütüphanelerde olduğundan emin olabilirsiniz' dediler. Maalesef okullarda bu bahsettiğimiz zararlı yayınlar sadece televizyon dizilerinde değil, kitaplarda, gazetelerde, dergilerde hatta daha da vahimi sosyal medyada yer alıyor. Şimdi o kitaplar diyelim ki Ortaokulların kütüphanesinde bulundurulabilecek bir kitap olarak belirlenmiş Milli Eğitim Bakanlığı tarafından. Sosyal medyayı emin olun 5 yaşındaki çocuklar 40-50 yaşındaki insanlardan daha ustaca kullanıyorlar. Her bir akıllı telefon, bir tablet, her bir bilgisayar bugün yani sosyal medya hesapları üzerinden herhangi bir kayıt, kısıtlama ile karşılaşmaksızın her türlü zarara ulaşabiliyor. Okuma yazma bilmeyen çocuklar sadece görsel materyallerle mahvedilebiliyor. Buna bir tedbir alınması gerekiyor. Birisi sosyal medya hesabı üzerinden devlet büyüklerine veya devletin bazı kurumlarına hakaret içerikli bir paylaşım yaptığında, onun hesabı hemen askıya alınabiliyorsa veya o hesaba erişim engellenebiliyorsa; gelecek neslin ahlakını veya psikolojisini, insani yapısını tahrip edecek nitelikte içerikler niçin müdahale görmüyor. Bu hesaplara erişim neden engellenmiyor doğrusu bunu anlamamız mümkün değildir. Hiçbir sınırlama ve filtre yok. Bu ciddi bir şekilde tehlike çanlarının, alarm zillerinin çalmasına en azından bizim için öyle görünüyor." dedi.
"Topluma faydalı olmayı savunan alimlere suçluluk psikolojisi ile geri adım atmaları için saldırıyorlar"
Bazı İslam alimlerine yapılan saldırıların ana sebepleri arasında doğruyu, ahlaklı olmayı, topluma faydalı olmayı savundukları için suçluluk psikolojisi ile geri adım attırmaya yönelik olduğunu söyleyen Yapıcıoğlu, "Biz o zillerin sesini duyuyoruz. Birileri bundan şikayetçi olmayabilir. Hatta birilerinin çok hoşuna da gitmiş olabilir, işte biraz önce bahsettiğimiz Faruk Beşer hocanın, 'hastanelerin o yoğun bakım ünitelerinde, kadın erkek bütün elbiseleri tecrit edilerek aynı odada yatırılmasına' yapmış olduğu itirazı; hedefe koyanlar da toplumun yapısının bozulmasına, toplumun ahlakının tamamen çökmesini veya maneviyatının yok olmasını isteyenler; bilinçli bir şekilde bunu yapıyorlar. Belki bu tip içeriklerde; bu tip insanlar, bu zihniyetteki insanlar/yaratıklar bilinçli olarak yayıyorlar. Bu saldırıların bir amacı da aslında doğru tarafta olan doğruyu, ahlaklı olmayı, dürüst olmayı ve topluma faydalı olmayı savunan insanlara, suçluluk psikolojisi ile geri çekilmesini temin etmektir. Bu oyuna gelmemek lazım, cesurca bu ahlaksızlıkların ve bu ahlaksızlıkları teşvik edenlerin üzerine gitmek lazım." şeklinde konuştu. (Ramazan Casuk-İLKHA)