Gün geçmiyor ki yargıda bir kriz olmasın. Son olarak adeta “saraydan kız kaçırma” teşebbüsü hadisesi olarak adlandırılabilecek bir redd-î hâkim kararıyla birlikte gerçekleşen tahliye kararı, ülkenin en üst gündemine oturdu.
Geçmiş aylarda “Paralel Terör Örgütü” adında tutuklanmış olan şüpheli şahısların, öncelikle İstanbul 29. Asliye Ceza hakimi Metin Özçelik tarafından bütün sulh ceza hâkimliklerine redd-î hâkim talebinin kabulü kararıyla birlikte, tahliye konusunda İstanbul 32. Asliye Ceza Hâkimi Mustafa Başer'i görevlendirmesi ve Mustafa Başer'in ise dosyayı görmeden tüm sanıkların tahliyesine kesin olarak karar vermesi,
Buna karşın gece yarısı İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi'nin tahliye kararının “yok hükmünde sayılmasına” ve tahliye işlemlerinin durdurulmasına karar vermesi,
Buna karşın ise İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi Mustafa Başer'in, kendi kararını yok sayan mâhkeme kararının “yok hükmünde sayması” ve mâhkeme hâkimiyle birlikte tahliye işlemini yerine getirmeyen savcı hakkında suç duyurusunda bulunmasına karar vermesi,
Nihayetinde HSYK'nın hem redd-î hâkim kararını veren Hâkim Metin Özçelik'i hem de tahliye kararını veren Hâkim Mustafa Başer'i açığa alması,
Ardısıra gerçekleşen olaylar,
Herkes tarafından hayretle seyredildi.
Esasında yaşananlar, yargının içine düşmüş olduğu bataklığı göstermesi açısından ibretlik olmasının yanında, tam olarak bir yargı bataklığın temaşasıdır.
Yaşananlarla ilgili birkaç tespit yaparsak;
Mevzuat Açısından;
Yaşanan gelişmelerin hukuk ve yasa tekniği açısından bir önemi olmamakla birlikte, paralel yapının tahliye operasyonu hukuk ve yasa tekniği açısından sorunludur. Açıkça hâkimler yetki ve görevleri aşmışlardır. Ancak şeklen de olsa bir mâhkeme kararıdır. Buna karşın İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin “yok hükmünde sayılma” kararı da yasa tekniği açısından sorunludur. Zira CMK'da hangi hallerin hüküm olduğu açık olup, bunlar arasında “yok hükmünde sayılma” hükmü yoktur. Bununla birlikte bir mahkemenin, bir başka mâhkemenin kararını yok sayma hak ve yetkisi de yoktur.
Paralel Yapı Açısından;
Redd-î hâkim ve tahliye kararı veren hâkimlerin yapmış oldukları kamikaze dalışlarından dolayı ve de öncelikle gösterdikleri cesaret açısından takdir edilmeleri lazım. Ancak bu cesaretleri hukukçu kişiliklerinden değil, biatlerinden ve diyetlerinden dolayıdır. Bu hâkimleri özel yargının, özel hakimleri oldukları döneme bakıldığında; bu hâkimlerin ne denli hukukçu(!) oldukları herkesçe bilinir. Bu iki Asliye Ceza hâkimi herkes tarafından bilinen ve aynı doğrultuda hareket eden isimlerdir. Paralel yapı bir yasa boşluğu bularak bu yasa boşluğuna balıklama dalmışlar, ancak; emellerine ulaşamamışlardır. Bu operasyon muhtemelen çok önceden hesaplanmış ve kurgulanmış bir firar ettirme operasyonudur. Paralel yapının kendi esirlerini kurtarmaya dönük operasyonu başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Güç dengeleri Açısından;
Son yaşananlar, yargıda yaşanan güç savaşı sürecinde, tarihin dönüm noktalarından biridir. Yargı; egemen güçler için her zaman, karşıtını sindirmek için en etkili ve etkin silah olmuştur. Bu silahı eline geçirenler, bunu hak ve hukuk temeli üzerine dün olduğu gibi bugün de kullanmadılar. Bir iki yıl öncesine kadar Paralel Yapı bu silahı herkese karşı pervasızca kullanırken, şimdi bu silahın namlusu kendisine dönmüş durumda.
Yargı Açısından;
Türkiye'de hiç bir zaman olması gereken hukuk olmadı. Hatta bir yargıdan bahsedilemeyeceğini de defaaten söyledik. Son yaşananlar AKP iktidarının oluşturmuş olduğu yargı ile Paralel Terör Örgütünün yargısının nasıl çürüyüp de yargı bataklığına dönüştüğünün resmidir.
Tüm bunların muvacehesinde görülen ise; ülkenin yargı adına nasıl bir batağa saplandığıdır. Hakiki bir yargının inşası için kaybedecek zaman yoktur.