Son gündem maddesi, yargıya yönelik olarak komuoyunda taban bulması amacıyla basın yayında ısıtılıp ısıtılıp servis edilen “4. yargı paketi” oldu galiba.
Başkanlık sistemini esas alan 4. yargı paketi, “yargı”da hele de “yüksek yargı”da temelden bir değişimi amaçlıyor. Yargının üst aşamasında “yargı birliği” gibi bir merci oluşturmayı hedefleyen bu girişim, Yargıtay’ı ve Danıştay’ı kaldırıp yerine “Temyiz Mahkemesi”ni kurmak hedefindedir. Hani bu her iki kurumun kararları medyada ve gündemde hep tartışılagelmişti ya, demek ki “Başkanlık sistemi”nde mütevaffa olacaklar.
Gündemi bu meyanda değerlendiren köşe yazarları ve çizerleri ne derlerse desinler bu hamurun ne kadar su götüreceği bilinmez.
Ama “Türk millet adına “ karar verme yetkisindeki tırnak içi ifadenin de değişeceği haberi ilgi çekici. Zira bu pakette bu tırnak içi ifade de değiştirilecekmiş. Peki yerine ne getirilecek denilirse hemen belirtelim: “Hâkimler, görevlerinde bağımsız ve tarafsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.”
Yargının bağımsızlığından ve yargıya hiç kimsenin müdahale etmemesinin gerekliliğine Sayın Başbakan da vurgu yapar. Tıpkı yüksek makamlarda oturanların hepsinin bahsetmesi gibi. Bu, sanki anonim bir türküymüşcesine herkesin diline pelesenk olmuş. Gerçekte, yani uygulamada hayatın mı desem yoksa kaz’ın mı desem ayağının hiç de öyle olmadığını gördük/görüyoruz/yaşadık/maalesef hala yaşıyoruz.
2002 yılı sonları olsa gerek mahkemeye giden bir arkadaşımız dönüşünde aynen şöyle anlatmıştı.”Daha önce beraat ettğim bir dosya tekrar önüme konuldu. Cezalandırılmam bu dosyanın vermiş olduğu kanaat sayesinde oldu. Zira hakim, yargılama sonunda bana dönüp ‘seni mahkum etmemizdeki hükmümüzü “kanaatimize göre” verdik. Bize göre sen suçlusun.” dedi.
2000 Nisanın da tutuklanan birçok kişinin tutuklama kararını veren Hakime Nuriye Hanım, “Elimden bir şey gelmiyor. Ben tutuklanmanızı veriyorum. Siz cezaevinden itiraz edersiniz “ demişti de beş yıl sonra ancak birçok kimse çıkabilmişti cezaevinden.
Diyeceğim şu ki “Türk millet adına” görevlerinde “bağımsız ve tarafsız” olarak bu kararları veren yargıçlar, artık “anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre” hüküm vereceklermiş. Peki şimdiye kadar ne yapıyorlardı ya da yaşadığımız bunca vukuatlarda “kanaatimize göre” diyen yahut görevini yapmayıp öteleyenler ne yapıyordu? Sanki uygulamada bu getirilmesi düşünülen teklif, şimdiye kadar hiç yapılmamış gibi bir hava verilmek isteniyorsa “kanaatin yargısını/yargıçlarını” aklamak, siyaha beyaz demektir. Neden bu eleştiriler kaleme alınma gereği hissediliyor, biliyor musunuz? Hayatta hep doktorların ve imamların teşhis ve fetvaları birbirini tutmaz diye bize anlattılar da inandık. Meğer asıl çelişki yargıçlardaymış . Zira yargıçların çelişkisi, yargı işinin kanuna göre değil yoruma göre ağırlık kazanmasından ileri geliyor. Bir mahkemede yargıç, eldeki deliller ve bulguları sorgulama zahmetine girmeyip polisin, hele siyasi davalarda kolluk olan terörle mücadele polisinin hazırladığı dosyayı esas alıyorsa, işin başında bir ”kanaat“ zaten oluşmuştur. Avukatlar istediği kadar çırpınadursunlar, zihinler bir tabuyu daha sarsılmaz bir put olarak kabullenmiş oluyor.
Bunun çaresi yok mu? Elbette var. Kanunlar, hakimlere/yargıçlara “kanaat“ dediğimiz olguyu kullandırtmayacak veya bundan kendilerine ağır yaptırım gücü olacak bir caydırıcılıkla sınırlama getirecektir. Bunu sistemi, halka karşı korumada bir silah olarak gören “derin devlet” elbette kabullenmeyecek. Fakat iktidar ciddi ve reel adımlarla samimiyetini tekliflerine yansıtmalıdır. Şayet yukarıdaki gibi zaten uygulamada olan bir durumu şekli bir değişikliğe tabi kılarsa, kaporta iyi ama motor dağılmış olur. Hukuk, adaletli yargıçlarla uygulamada meyve verir. Aksi halde yargının bu vahim ahvali süregider. “Kanaat”in vicdanlar ya da ideolojik yaklaşımlar çerçevesinde şekillenmesi kaçınılmazdır. Denilebilir ki bu iktidar zamanında bu yaklaşım çoğunlukla değişiyor. Yargıçlar buna cesaret edemezler. Tıpkı birçok değişime şahit olduğunuz gibi bu konuda da bu değişimler devam edecektir.
El hak, birçok gelişmeler konusunda yansıtılan olumlu hava müsbet izlenimler verse de asıl zülf-i yâre dokunmak istediğimiz mesele tam da burasıdır. Yapılan iyileştirmelerle, “kanaat” konusu, şayet kanuni sınırlama ve caydırıcı yaptırımlarla uygulamada garanti altına alınmazsa, yarın yeni gelecek iktidar veya esen rüzgara göre elastiki bir durum her şeyi alt üst edecektir. Tıpkı başörtüsü konusunda iktidarın hala kanunu, yasal bir garanti altına almayıp serbestliğini hayatın her alanında sağlayamaması gibi. Zira İlkokulları geçin üniversitelerde dahi başörtüsünün serbestliği, esen iktidar rüzgarına göredir. Yarın bir lodos eserse seyreyle gümbürtüyü.
Hak ve hukuku esas alan “yasal güvence” iktidarlara, kanaatlere ve rüzgarlara göre değildir. Nükte babından olsa da son söz olarak “kanaatime” göre bunun yasal güvencesinin iktidar tarafından gerçekleşmesi zor, ama yapılamaz değil.