Ahmet Maruf Demir
“Gözyaşları içerisinde kalan külleri
Doğurmadı hâlâ ne bir ana
Ne de efsun-i kalemiyle hiçbir şair…
Şöyle içten içe yanmadı sana
Yalnızsın hurûf-u ‘qaf’ gibi Mostar misali
Ezilen yüreğin ise sanki bir deprem aşuresi”
“16 yaşında. Lise öğrencisi. Twitterda tek attığı twit Diyarbakır’da Radyo Selam’da yayınlanan Ezber Bozan programının Mısır’daki ve Suriye’deki cinayetlere karşı başlatmış olduğu tag’a destek şeklinde: #insanlıksuçunasessizkalma. Yasin daha çocuk denilecek yaşta, hak-batıl savaşında ümmetin safında olduğunun farkında olarak o twit’i atmıştı! Kimilerin şer peşinde olduğu Diyar-ı Bekir’de, Yasin belki de ancak Kurban Bayramı’nda et yiyebilen fakirler için sokaklardaydı…”¹
Tevafuk o ki İnsanlık suçuna sessiz kalma tagına destek olan Yasin Börü, Diyarbekir’de kurban eti dağıtımı yaparken; Suriye ve Mısır’daki zulümleri gündemleştiren Ezber Bozan programının sunucusu olan şahsım da Suriye’de, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Afrin ve Afrin’deki kamplara yerleştirilen Kürtlere, Türkiye’deki Müslümanların kestirdiği kurban etlerini dağıtıyordu.
“Daha önceleri de tanışırdık seninle
Sınır boylarında dolaşmış kaçakçı yüreğiyle
Bir dağ ceylanının gözlerinde bakışmış
Musalla taşının soğuk göbeğinden uğurlanmıştık
Kavmim ve yüreğin ile kol kola, diz dize…
Biz seninle ağlaşmıştık”
Ve ne kadar ilginç ve bir o kadar da ibret verici ki, Suriye Kürdistan’ında/Rojxelat’ta, yani savaşın yaşandığı topraklarda, çok daha rahat yardım eti dağıtılmışken; Türkiye Kürdistan’ında/Bakûr’de, Yasin Börü başta olmak üzere elliye yakın insan, insanlık suçuna kurban gitmişti! Sebebi ise, geçen yılın yaşadığımız bu günlerine tekabül eden zalim örgüt DAEŞ/IŞID’in Kobanê’ye saldırması her ne kadar gösterilmeye çalışılsa da; asıl neden, “Türkiye Hükümetinin aslında bu saldırıyı gerçekleştirdiğini ya da sessiz kaldığını…” iddia eden HDP’nin, MYK’da almış olduğu karar üzerine halka sokağa inin çağrısını yapmasıydı.
Musul’u aldıktan sonra sözümona “Bağdat’a doğru ilerliyoruz diyen DAEŞ/IŞID’in her ne hikmetse artık, birden yolunu Şengal’e ve oradan da Kobanê’ye çevirmesi üzerine, Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı bir diğer şehir olan Kobanê’de şiddetli bir savaş cereyan etmişti. Bu savaş ile beraber üçyüzbine yakın Kobanê’li ise iddia edildiği üzere DAEŞ/IŞID’i saldırtan taraf olan yine Türkiye Hükümeti tarafından kendi ülkesi sınırları içine alınmıştı. Ne tuhaf… Kobanê’de yaşanan bu savaşta bile elli sivil dahi -şükürler olsun- ölmemişken ve sivillerin ölmemesini sağlamak için sınır kapılarını açan o günün Türkiye Hükümeti iken; o hükümete yönelik ithamlardan dolayı sokağa inin çağrısı üzerine, Türkiye Kürdistan’ında elliye yakın sivil katledilmişti! Hakikaten ne tuhaf?!
“Sol yanın acıyor, ağarıyor saçların…
Ayetin hükmüyle çıktı çıkacak omzum
Dün balığın karnı, altındasın şimdi enkazın
Sen işte esmer bakışlı çocuk
Yoksa sen Ninova’lı o Yunus musun”
Yasin Börü, çok daha ayrıntılara² sahip işte bu olayların sonucu ve dahi sembolü oldu. Güvenlik gerekçesiyle Diyarbakır Adliyesi yerine, taşınan ve kendi adıyla da özdeşleşen 6-7-8 ekim olayları/Yasin Börü davası bugün Ankara Adliyesi’nde görülecek. Bu davanın sanıkları hakim karşısına çıkacak. Her ne kadar bu ülkede adalete dair inancımız zayıf olsa da, temennimiz mahkeme yönetimi tarafından en azından vicdani bir tutum sergilenmesi yönünde. Kendisini gazeteci sanan bazı kalemşörlerin yaptığı kepazelik gibi, Yasin Börü’nün annesinin gözlerinin içine baka baka: “Sizin oğlunuz Işıd’çi miydi? Sorusunu soracak kadar vicdanlarını kaybetmemeleri. Katil kendisinden olduğu için; “O gün, o saatte dışarıda ne işleri vardı… Oh olsun...” Diyebilecek kadar insanlıktan nasiplerini almamış olmamaları. Yoksa bizler için Yasin Börü ve arkadaşlarının yaptıkları, şahit olarak zaten yeterli. Kendisinin ise şehid olması..!
Yasin Börü’nün hem kendisi olsun hem de Yasin Börü’nün masumiyetine inanan bizlerin olsun, iman ettiği adalet er ya da geç tesis edilecek. Bundan hiç şüphemiz yok. Bu dünya da veya ahirette!
“Gittin gideli güneş de terk etti bizi
Geri gelmez neşeler eşliğinde
'Cennete Yürüyüş' ahengi sendeki
Yaşarken bir dil, atarken bir dîl
Ses verecek sen bende ki...”
Yüreğimize bıraktığı acı yetmezmiş gibi; giderken birde zihnimizin en dip yerine bıraktı hatırasını. Kendisini yakından hiç tanımadım/tanıyamadım. Yüzünü ise daha önce hiç görmemiştim. Canhıraş bir şekilde klavyenin tuşlarına basarken, aynı zamanda da dudaklarını kıpırdatarak “İnsanlık Suçuna Sessiz Kalma” haykırışını; o vicdanları sağır eden iç sesini ise asla işitemedim.
Peki ya o?
Kulaklığından ya da hoparlörden işitirken sesimizi vahdete, vuslata, vicdana dair hangi hayalleri kuruyordu o vakit? Hangi mazlum çocuğun ellerinden tutup da ümmet coğrafyasının dağlarını, bayırlarını dolaşıyordu, dolaştırıyordu? Gözlerini kapadığında hangi rüyalara dalıyordu acaba?
Bilmiyorum!
Yaşadığım sürece de bilemeyeceğim ne yazık ki! Ve işte aslında bu bilinmezlik daha bir katmerleştiriyor acıyı. Bildiğim tek bir şey varsa da o da ölümü ve ölümüne dek ödediği bedeli… Yaşamını ve yaşadığı süre içindeki adil şahitliğini, hiç bir kelimenin kifayet etmeyecek, edemeyecek olması.
“Bir el sarkıtacağım sana semadan
Bir el ki ölüme nişanlı; belki kim bilir
Son bir ah ile bitecek bu şiir
Ama şunu bil ki dönecek elbet gün bize
Ninova’da, Van’da Diyarbakır’da kurtulacak
Ve ölüme dul kalanlar pişman kalacak
İçimde yaşadığın için”³
Dedim ki; kendi derdiyle dertlendiren değil; ümmetin derdiyle dertlenenlere selam olsun!
Dipnotlar…
- Murat Ayar, Haksöz Dergisi Kasım-Aralık 2014
- Ahmet Maruf Demir, Suriye Direnişi Hatırlamak
Ve Büyük Oyun, yonelishaber.com
3- Şiir; Huma’ya Mektup, Sh. 28-29.
HAKSÖZ