Yemen'de İslam Ümmeti' ni tehdit eden büyük bir tehlike saklıdır. Bölgesel ve yerel aktörler sorumlu davranmazlarsa, telafisi mümkün olmayan ve ümmetin adeta kara deliği olabilecek bir süreç başlayabilir. İslam Ümmeti' ni mümkün olduğu kadar küçük parça ve devletçiklere bölmeyi ve kudretten yoksun hale getirmeyi temel misyon haline getiren emperyalistler, Yemen' deki krizin tırmanması için çaba harcıyorlar. Var olan kırılgan zeminde kaosun zuhur etmesi ve Yemen' le beraber halkı Müslüman olan diğer devletleri de bu kaostan etkilemesi istikametinde bir politika yürürlüğe konulmuş bulunmaktadır. Özellikle mezhep eksenli, geri dönülmez ve tüm İslam Ümmetini etkileyen bir savaşın başlaması için bütün imkânlar seferber ediliyor.
Yemen'de başlayacak olan bir kaos kesinlikle Yemen'le sınırlı kalmayacaktır. Zaten Yemen'deki savaş aslında İran ve Suudi Arabistan arasında cereyan etmektedir. Yerel aktörler üzerinden yürütülen bu savaşta, asıl aktörler son zamanlarda sahaya inmeye başladı. Asıl tehlike bundan sonra başlıyor. Eğer taraflar siyasi müzakere yolunu bir seçenek olarak devreye sokmazlarsa, savaş tüm Ortadoğu' yu teslim alma potansiyeline sahiptir. Adeta İslam Ümmeti' nin potansiyelini, değer ve kaynaklarını öğüten bir değirmene dönüşür. Yemen, ikinci bir Suriye olur. Bölge böyle bir yükü artık kaldıramaz. Böyle bir savaşın kazananı İslam Ümmeti' nden herhangi bir aktör olmaz. Böyle bir savaşın kazananı, karşılarında ciddi bir aktör kalmamış olan siyonistler olur. Sürece dâhil olan aktörler, kendi doğruları ile karşıdakileri suçlamak yerine, süreçte yapıcı ve müzakereci rol oynamayı stratejik bir prensibe dönüştürmelidirler. Bu kaos ortamından hareketle krizleri fırsata dönüştürme adına bölge gerçekleri ile uyuşmayan hamleler yapmak, zorlama olur. Kısa ve uzun vadede bu politikaların sıkıntıları görülecektir. Kaos ortamından hareketle yeni ve eski aktörler nüfuz alan ve kuşaklarını, genişletmek istiyorlar. Özellikle bu güne kadar amaçladıkları hedefleri kendi öz güçleri ve dinamikleri ile gerçekleştiremeyen aktörler, bu ortamda olmayacak hamleler yapıp kendi adlarına tarihi fırsatları değerlendirmek istiyorlar. Kendi açılarından bu hamlelerin bir mantığı olsa da, büyük fotoğraf içerisinde bu kareler değerlendirildiği zaman, bu hamlelerin çoğu kez emperyalist çıkarlara hizmet eden bir duruş olduğu görülebilecektir. Bölgesel ve yerel aktörlerin ümmet maslahatını öncelemek yerine, kendi doğrularını, tek doğru strateji haline dönüştürdüklerinden, her kesimin doğrusu kadar strateji ve hedef ortaya çıkıyor. Herkes kendi doğrularına sahip çıkma adına silaha sarılıyor. Aynı zamanda haklılığını ispat etmek ve müttefik kazanmak için de yoğun arayışlar içerisine giriyor.
Yemen sorununda asıl büyük tehlike, sorunun yerel aktörleri aşması ve İslam dünyasının temel aktörlerini karşı karşıya getirmesidir. Nihai noktada İran ve Türkiye'nin karşı karşıya gelmesi ve fiili bir durumun oluşmasıdır. Süreç böyle tehlikeli bir noktaya vardığı zaman, her devlet kendi tarafını seçme hususunda, adeta kendini mecbur hisseder. Böyle bir vakanın ortaya çıkması ise, İslam Ümmeti açısından tek kelime ile yıkımdır. Arapların ortak ordu oluşturma gayreti ve İran yanlısı Hussi'lere karşı oluşturulan koalisyona alenen iştirak etmeleri, çok tehlikeli bir gelişmedir. Yine İran'ın Suriye ve Irak'ta açıkça, Yemen'de ise gizlice savaşması; Hizbullah'ın aynı şekilde Suriye'de Esed' in adeta milis gücüne dönüşmesi, Irak'ta açıkça savaşması ve Yemen'de de var olduklarını sinyallerini vermesi, işin vehametini ortaya koymaktadır. Pakistan'ın sürece fiili-askeri anlamda dâhil olması ise, olaya apayrı bir boyut katacaktır. IŞİD'in yayılmacı politikaları, aktörlerin yeniden konumlanmalarını beraberinde getiriyor. Bazı ülkeler de var olan iç ve dış sorunlarını Yemen üzerinden temizlemeye çalışmaktadır. Bazı ülkelerin Yemen'e dair duruşları, Yemen ile alakalı olmaktan öte, birilerine mesaj anlamı taşımaktadır. Bütün bunlar alt alta toplandığı zaman sürecin geldiği noktanın vahimliği ortaya çıkacaktır.
Gelinen nokta itibariyle, İslam Ümmeti' nin daha fazla kamplara bölünmemesi için, tüm aktörler, sorumlu davranarak , fedakârlık yapabilme stratejisini takip etmelidirler. Tek doğru; kuşakların değil, ümmetin maslahatıdır. Ümmet için taraflar makul çerçevede fedakârlık yapabilmelidir. Savaş ve kaos ortamında bile diyalog ve müzakere seçeneği daima masada öncelikli çözüm olarak durmalıdır.
Bu arada Amerika bütün bu olanları bıyık altından sırıtarak seyretmektedir. Olayların çözülemez bir noktaya gelmesi ve tarafların anlaşabilme iradelerinin tamamen ortadan kalkması için, tarafların ilerleyişine müdahale etme alışkanlığını bir tarafa bırakarak, arka planda Suudi Arabistan'a destek vermektedir. Bu desteği arkasına alan Suudi rejimi adeta Ortadoğu'nun kabadayısı kesildi. Hiçbir zaman israile karşı bir araya gelmeyi becerememiş “küçük enişteler”, Yemen' de omuz- omuza vermişler. Yemen'deki nüfuzunu kaybetmek istemeyen Suudiler, Arapların hamisi rolünü oynamak istiyor.
Ümmet anlayışını galip gelmediği tüm neticeler mağlubiyettir. Kısa vadeli kazançlar, uzun vadede felakete dönüşüyorsa buna da kazanç denmez. Müzakere zemininin kaydedildiği bir atmosferde elde edilen askeri kazançların zafer olup olmadığı iyi analiz edilmelidir.
Batı'nın yenilediği işgal konseptinin direkt veya dolaylı bir parçası olmak yerine, ümmet olarak kendimiz olalım ve tarihi misyonumuzu ifa edelim.