Temel toplumsal sözleşme niteliğindeki anayasalar da diğer hukuk kuralları gibi değişkenlik özelliğine sahiptir. Hele hele meşruiyet temeli olmayan, olağanüstü dönemlerin(darbe, savaş gibi) ürünü anayasaların kısa bir geçiş döneminden sonra değiştirilerek normal döneme geçilmesi beklenir. Oysa Türkiye’de bu dönem çok uzun sürmüş, darbe ürünü 1982 Anayasasının yerine sivil bir anayasa bir türlü getirilememiştir.
1982 Anayasası yürürlüğe girdiği günden beri her kesim tarafından eleştirilmiş, kimseyi memnun etmemiştir. Değişik iktidarlar tarafından 17 kez yapılan değişikliklerle anayasanın 113 maddesinin değiştirilmesi, anayasayı bütünlüğü bozulmuş bir normlar yığınına dönüştürmüştür. Ancak toplumsal taleplere, pratik ihtiyaçlara cevap vermeyen bu anayasayı değiştirecek siyasi irade de bir türlü ortaya çıkmamıştır.
Demokratikleşme ve yeni anayasa vadiyle üç dönem oylarını muhafaza ederek seçim kazanan Ak Parti için süreci başlatmak zorunluluk haline gelmişti. Yeni anayasanın provası denilebilecek kapsamlı bir anayasa değişikliği 2010 referandumuyla yapıldı. Anayasanın 26 maddesi değiştirilerek millet iradesine ket vuran, darbelere zemin hazırlayan yargı vesayeti büyük ölçüde kırıldı. Askeri vesayet; ergenekon, balyoz gibi operasyonlarla zaten zayıflatılmıştı. Şartların olgunlaştığını düşünen Ak Parti, zaferle çıktığı 2011 genel seçimlerinden hemen sonra yeni anayasa çalışmalarını başlattı.
Süreci yönetmek, yeni anayasanın taslak metnini hazırlamak üzere “TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu” oluşturuldu. Meclisteki dört partiden üçer temsilcinin katılımıyla oluşan bu komisyon, meclis içtüzüğüne göre kurulmuş anayasal bir komisyon değildi. Yani hukuki anlamda bağlayıcılığı olmayan “teamüli” bir komisyondu. Partilerden biri pekâlâ “kırmızıçizgi”lerini bahane ederek masayı devirebilir veya uzlaşılan metin Meclise gelse bile yasalaştırma sürecinde uzlaşmayı bozabilirdi. Buna hukuki bir engel yoktu. Bu, sürecin sürüncemede bırakılmasına kapı aralayacak bir durumdu.
Öncelikle toplum kesimlerinden, kişi ve kuruluşlardan gelecek teklifler uzmanlar tarafından değerlendirilecek ve komisyona sunulacaktı. Daha sonra taslak metin hazırlanıp kamuoyuyla paylaşılacak ve nihayetinde yazma işlemi tamamlanıp meclise sunulacaktı. Hummalı bir faaliyetle birinci aşama başlatıldı. Görüşmeler, toplantılar yapıldı; görüş ve öneriler alındı. Aşamalar için tarihler belirlenip takvimler hazırlandı. Kamuoyunda yeni anayasa ümidi ve beklentisi arttırıldı. Ancak komisyonda maddelerin görüşülmesine başlandığında işin rengi değişti.
CHP ve MHP zaten sürecin başlangıcından beri kırmızıçizgilerini ilan etmişlerdi. Bu çizgiler komisyon çalışmalarında daha da koyu bir tona büründü. İki parti de Anayasanın ilk üç maddesinin gündeme getirilmesine bile karşı olduklarını deklare ettiler. CHP, katı laikçi refleksiyle din ve vicdan özgürlüğü ve diyanet ile ilgili maddelerde, MHP ise anadilde eğitimi engellemek için eğitim ve öğrenim hakkı maddesinde aşılmaz bir direnç sergilediler. Ayrıca her iki parti Atatürkçü bir yaklaşımla düzenlenmiş vatandaşlık tanımından taviz verilemeyeceğini ve “Türk milleti” kavramının mutlaka anayasada yer alması gerektiğini belirttiler. BDP, pragmatist bir tavırla laiklik hassasiyetinde CHP ile aynı çizgide buluşurken bazı konularda da Ak Parti ile ittifak sinyalleri vermiştir. Ak Parti ise baştan beri net bir tutum sergilemekten kaçınarak “bekle gör” anlayışıyla hareket etti. Bazen tek devlet, tek millet sloganı dillendirilirken bazen de ilk üç maddenin de değiştirilebileceğini belirten açıklamalar yapıldı. Kamuoyu desteği, oy kaygısı, değişen şartlar Ak Parti’nin bu konuda ilkesel davranmasına engel oldu.
Tarafların tutumu göz önüne alındığında anayasanın temel felsefesini belirten “başlangıç kısmı” ile “genel esaslar” bölümü üzerinde uzlaşı sağlanmasının mümkün olmadığı aşikârdır. Ak Parti’nin Başkanlık önerisi nedeniyle yasama, yürütme ve yargı ile ilgili maddelerde de uzlaşılan maddeler çok sınırlı kalmıştır. Uzlaşı sağlanan 48 maddenin de mevcut anayasadan çok da farklı olmadığı, anayasaya yeni bir ruh katmayacağı ortadadır. Bu maddelerin meclise sunulması kamuoyunu oyalamak ve kandırmaktır.
Uzlaşılan 48 maddenin toplamda yarım madde etmeyeceğini, ana konularda bir uzlaşmanın söz konusu olmadığını belirterek “Biz Kemalist mi olacağız veya MHP ve CHP, 90 yıllık diktanın temel paradigmalarından mı vazgeçecek? Peki, nasıl uzlaşma çıkacak?” diyen komisyon üyesi Altan TAN da bu gerçekliğe vurgu yapmıştır.
Anlayacağınız sonuç vermeyeceği baştan belli olan süreçle yeni anayasa ötelenmiş, umutlar başka bahara kalmıştır. Uzlaşıya zaten kapalı olan CHP ve MHP dostlar alışverişte görsün kurnazlığıyla hareket etmiş, Ak Parti de süreci zamana yayarak seçimlere kadar durumu idare etme hesapları yapmıştır.
Ciddiyetle yürütülmesi gereken süreçte dağ fare doğurmuştur.