Tarihte genellikle bir Türk devleti bir başka Türk devletinin enkazı üzerinde kurulmuş. Aynı Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı'nın enkazı üzerinde kurulması gibi.
Bilinmektedir ki dedelerimiz “Din, iman, ezan, namus, vatan” deyip; İngiliz, Fransız, İtalyan gibi halkın tabiri ile “Gâvur” milletlere karşı savaşarak bu ülkeyi kurdu. Fakat adına “Kurtuluş” denilen bir savaşın ardından, bu gâvur dedikleri millet tarzı bir yönetimle karşılaşmaları, hayatlarının şoku anlamına geldi.
Bu şoku yaşayanlar, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana küskün olan bir halk kesimini oluşturdu. Üstelik bu küskünler İngiliz, Fransız ve İtalyanlara karşı esas savaşı veren kesimlerdi. “Biz böyle bir tarla ekmedik, neden hasat böyle oldu?” diye burukluk yaşamaktadırlar. Kuruluştan hemen sonrası tepki vermek isteyenlerin üzerinden “İstiklal Mahkemeleri” buldozeri geçti.
Şimdilerde “Yeni Devlet” tartışmaları var. Üstelik yeni devletin kurulduğunun mesajını veren, AK Parti'nin eski MKYK üyesi Ayhan Oğan'dır. Tabi en sert tepki iktidar çevresinden geldi: “Bu devlet 29 Ekim 1923 yılında kuruldu.” Bir de bizzat Cumhurbaşkanının “Bunların hepsi hikâye” diye bir açıklaması var.
Gâvurlara karşı savaşıp gâvurlaşma tehlikesi geçiren bu milletin küskünleri, AK Parti'nin bu açıklamalarına nasıl yaklaşmalı? Biliyorum kafalar karışık. Ama şöyle bir gerçek var ki eski dava ruhunun ardından Fatihalar okunmaktadır.
Dava ruhunun kaybolması, maalesef AK Parti hükümeti sayesinde olmaktadır. Çünkü küskün olan geniş halk kitleleri, bu ülkeyi yıllarca yöneten laik kesime hep mesafeli durdu. Onlara karşı hep resmi davrandı. Yönetimdekiler elit bir tabaka olarak kaldı. Halktan kopuk bir hayat yaşadılar.
Devletin tepesinde kıblesini Batı'ya yönlendirmiş bu elit tabaka, halka rağmen pratikler gerçekleştirdi. Ama hiçbir zaman halka inemediler. Kurtuluş Savaşında Şahin Bey'ler, Sütçü İmam'lar, Nene Hatun'lar, Çanakkale'de Seyit Onbaşı'lar; İtilaf Devletlerinin bombalarına karşı bedenlerini siper ettiler. Cepheden cepheye din, iman, namus, gayret için cehd ettiler. Ama “Beyaz Türkler” denilen “Tufeyliler” işin sefa kısmı ile ilgilendiler. Bu nedenle rejimi ayrı halkı ayrı bir yaşam tarzı gelişti.
Ancak son zamanlarda hükümetin bazı pansuman uygulamaları ile sevinmektedirler bu garibanlar. Bu pansuman uygulamalar dahi “Beyaz Türklerin” şiddetli tepkisine neden olmaktadır. Ancak madenci körüğü haline gelmiş halkın göğsünü soğutma vazifesi de görmektedir. Bu soğutmanın nihai hedef açısından hayır ya da şer olduğunu tam kestiremiyoruz.
Örneğin; yıllarca bu halk resmi nikâh ile birlikte kendi öz nikâhlarına göre evliliklerini gerçekleştirdi. Hatta resmi nikâhın bir formaliteden ibaret olduğuna, gerçekte dini nikâh ile evliliğin gerçekleştiğine inandı. Şimdi hükümet “Müftü nikâhı” diye bir uygulama başlattı. Bütün imamlara yetki vermekten kaçındılar herhalde. Yine de küskün olan halk buna sevindi. İstediği seviyede olmazsa dahi, rejime küskün olduğu konulardan biri bu şekilde kapandı.
İdeallerini kaybetmiş İslamcı gruplarla karşı karşıya kaldığımızı herkes biliyor. Cumhurbaşkanınca daha taze taze yapılan; “Defolularla yürüyemeyiz” ve “AK Parti teşkilatlarında görev alacak kişilerin, şu bakanın, bu milletvekilinin, filanca grubun, falanca yapının adamı değil, davanın ve milletin adamı olması şarttır.” gibi açıklamalar, ardında Fatihalar okunan dava ruhunu yeniden yakalamaya yöneliktir.
Küskünlerin bu tür pansuman tedbirlerle rejimle barıştırılması, davası olmayan bir İslamcı grubun orta yerde suyu kesilmiş bitki misali durması gibi sonuçlarla karşı karşıyayız.
Maalesef bu dejenerasyon sağ tarafımızdan gelmektedir.