Suriye'de faaliyet gösteren bazı örgütler BM'nin veya küresel güçlerin “terör listesi” markajından kurtulabilmek için isim değiştirmekte ya da farklı tabela isimler kullanmaktalar.
Suriye iç savaşının başından beri Batı Suriye'nin kalabalık yerleşim birimlerini mesken tutan El-Kaide'nin Suriye kolu olan Nusra cephesi yayıldığı alanlarda üst üste aldığı yenilgiler sonunda silahlı güçlerinin büyük bölümünü İdlip ili ve çevresine topladı. Uzun zamandır İdlip'teki sessiz hakim güç olan Nusra, mezkur nedenlerden dolayı “Heyet'ul Tavirir eş-Şam” ismini kullanıyor.
Halep-Hama ve Humus gibi rejim muhaliflerinin kontrolündeki yerler tek tek düştükçe gerek silahlı örgütlerin militanları gerekse de siviller, daha güvenli olarak gördükleri idlib'e doluştular. Astana görüşmelerinin sonuncusunda “Güvenli birkaç bölgeden biri” olarak ilan edildikten sonra teveccühün arttığı İdlib muhalefetin en güçlü “son” kalesine dönüşürken sayıları iki milyonu aşan sivil halk için de son sığınağa dönüşmüş durumda. Türkiye'ye Hatay tarafından sınır olan İdlib Bab el-Hava sınır kapısıyla nefes almakta. Bu sınır kapısından her gün yaklaşık 300 tır yardım malzemesi taşınan şehir son günlere kadar sakinliğini korurken Nusra ile Ahraru'l Şam arasındaki hakimiyet savaşının başlamasıyla yeni gerginliklere ve endişelere sahne olmaya başladı.
Heyet'ül Tahrir eş-Şam ismiyle ismiyle anılan Nusra yıllardır gayr-i resmi hakim olduğu İdlib'te ağırlığını koyup sınır kapısını Ahraru'ş Şam'dan alınca, beklenen bir adımmış gibi Batılı medya organlarında aniden yoğun ilgi görmeye başladı. Öyle ki “DAEŞ'ten sonra El-Kaide alan hakimiyeti kuruyormuş!” gibi bir görüntü verilmesiyle Türkiye derhal sınır kapısını tek taraflı olarak kapattı.
ABD'nin DAEŞ'le mücadele özel temsilcisi Brett Mc Gurk yeni planlarının işaret fişeğini çakan bir açıklamada bulundu: “11 Eylül'den bu yana El-Kaide'nin en büyük barınma alanına dönüşen İdlib Türkiye'nin yanı başında bulunuyor. Türkiye hiçbir şey yapmayarak olanlara göz yummakta...” Mc Gurk'un tespitinde iki hedefin olduğu gözleniyor. Bunlardan biri Türkiye ve hükümettir ki; bu söylemle gaye bunları uluslararası siyaset arenasında mahkum etmek böylece emre amade kılacak kıvama getirmektir. İkinci ve asıl büyük hedef ise İdlib'in kendisidir.
O.Doğu'da savaş lordu gibi hareket eden Mc Gurk Suriye'de pay edilen pastanın bölüşümünden memnun olmayan Küreselciler ve ABD'nin derin aklı tarafından “yeni bir paylaşım savaşı” başlatması konusunda görevlendirilmiş gibi. ABD, Rusyanın “49 yıllık kontrol ve hakimiyet” içeren anlaşmasından rahatsız. Bunu kırmak ve Rusya'yı tekrar doğal sınırlarına çekilmeye zorlamak istiyor. Ancak bunun hiç de kolay olmadığını o da iyi biliyor. Rusya'yı Suriye'den çıkarmasa bile, kontrolündeki örgütlerle Suriye'nin büyük çoğunluğunu kendisi dizayn etmek istiyor. Buna yönelik olarak kuzeyde SDG (Suriye Demokratik Güçleri) denilen ve %90'nını PYD-PKK'nin oluşturduğu örgütü, güneyde ise Ürdün'deki kamplarda yetiştirdiği Suriyeli laik Araplardan oluşan Arap gücünü kullanıyor.
Mc Gurk'un İdlib'i El-Kaide ile özdeşleştirmesi, buraya yakın bir zamanda askeri operasyonun olacağını gösteriyor. Bu operasyonda PYD'nin kullanılması Rakka'da olduğu gibi vahşet görüntülerine kapı aralayacağı gibi PYD'nin daha da yayılıp ilan etmesi beklenen “Federal yapı” için aranan uygun büyüklüğü de bu şekilde sağlayacağından endişe ediliyor. Ancak endişeler bunlarla sınırlı değil elbet: 7 bin km'lik İdlib'in kimde kalacağı milyonlarca sivilin ne olacağı Müslüman silahlı örgütlere ardı sıra yapılan büyük operasyonların ne zaman duracağı, sırada hangi örgüt veya örgütlerin bulunduğu gibi sorular havada cevapsız kalmaktadır.