Afrin ya da Efrin… Ne fark eder ki… Orada kadim dönemde Araplar yaşıyordu. Müslümanların Bizans'ı yıkmak için yol aradıkları günlerde oraya başka yerlerden Arap kabileler getirildi.
Müslümanlar birbirine düştü. Bizans bunu fırsat bildi; Halep-Lübnan arasındaki bölgeyi istila etmeye kalkıştı. Bizans'a karşı set oluştursunlar diye Afrin'e Kürtler yerleştirildi, ilk Türkmen kabileleri de bu süreçte buralara geldi, kimi Müslüman Arapların iç çatışmalarında taraf olmak üzere, kimileri Bizans'a karşı koymak için gelip yerleşti.
Antakya-Kudüs hattı epey karışıp Haçlılar, Bizans'ın desteğiyle Akdeniz sahilleri üzerinden Kudüs'e ulaşınca hattın doğusunu onlardan korumak üzere buraya başka Kürt ve başka Türkmen grupları geldi.
Araplar, Kürtler ve Türkmenler, hepsi öz kardeş gibiydi. Araplar, o günlerin küskünleri olarak biraz kenarda dursalar da Kürtler ve Türkmenler bir bütündü, kim başta idi, kim yanda? Bunlar hiç önemsenmezdi, zira Ümmet onları bir beden yapmış, Haçlıya karşı önce çelikten bir duvara çevirmiş, sonra Haçlının kafasına inen bir balyoza. Acıları ortaktı, zaferleri ortaktı… Zamanla birbirlerinin dillerini de öğrendiler, kimi Kürtler, Türkmen oluverdi; kimi Türkmenler Kürt oluverdi. Hedefleri bir iken dilin ne önemi vardı ki?
1144'te Urfa'yı Haçlı istilasından onlar kurtardı. 1146'da Urfa ikinci kez Haçlı istilasına uğradığında yine onlar hep beraber yardıma yetişti.
Zalim Raymond'u onlar etkisiz hâle getirdi, Antakya Haçlılarını başsız bıraktı. Uslanmaz, arlanmaz Urfa Kontu Joscelin'i onlar birlikte Halep Kalesi'ne tıktılar. Haçlı kontlarının karılarını dul bırakıp Haçlıların temellerine onlar birlikte dinamit koydular.
Onlar, Nûreddin Mahmud'un arkasına birlikte verip Dımaşk'a (Şam'a) yürüdüler; Şîrkûh'la birlikte Mısır'a uzandılar. Selâhaddîn'le birlikte Kudüs'ü fethettiler. Alman, Fransız krallarını ve hatta Aslan Yürekli Rişard'ı onlar birlikte dize getirdiler.
Onlar, birlikte Moğol'a karşı koydular. Halep'te Selâhaddîn'in yaşlı oğlunun komutasında Moğol'a “Burayı yarasız aşamazsın!” dersini birlikte verdiler; sonra Ayncalut'ta Zahir Baybars'ın komutası altında Moğol'u birlikte tarihe karıştırdılar.
Haçlıların Akdeniz kıyısındaki son kalıntılarını onlar birlikte söküp attılar. Mercidabık'tan sonra Yavuz Sultan Selim'i birlikte karşıladılar, onunla birlikte Mısır'a uzanıp Hilafeti aldılar.
Osmanlı'nın son günlerinde buralara göz diken Fransızların önünde onlar birlikte en büyük engel oldular; sözde misyoner gerçekte sömürgecilerin öncü kuvvetlerini onlar birlikte tespit edip etkisizleştirdiler.
I. Dünya Harbi'nin ardından Osmanlı buralardan çekildiğinde Fransızlara onlar birlikte karşı koydular. Fransızlar, onları diri diri toprağa gömdüler, ardından başlarını kesip kadınlarına yolladılar ama onların çocukları onların yerini aldı.
Ne var ki Ümmet'in o yiğitleri, Fransızların silahlarına karşı koyarken kitaplarına karşı koyamadılar. Önce kitaplık kitaplık Fransız İhtilali öncülerinin kitapları dağıtıldı Afrin'de. Sonra Rus Marksizminin müktesebatı. Daha önce hepsi ümmet halısının birer motifi iken her biri Arap, Kürt ve Türkmen Batı'nın önünde çözülmüş birer ip oldular.
Sonra bize ulusal sosyalizm öğretildi, İstanbul'da, Dımaşk'ta olduğu gibi, geç de olsa, Afrin'de… Her birimiz, sözde kendi ırkımıza dönmüştük, gerçekte her birimiz bir diğerine düşman, Fransız kültürüne hayran birer Rus Marksisti ama Fransız sosyalisti idik. Sırtımız Fransızda, çağdaş Batı'da, Sovyetlerde namlularımız birbirine dönüktü. Sözde emperyalizmi yıkacaktık, emperyalizmin lejyoneri olduk.
Hepimiz Fransızlar gibi yiyip içiyor, düğün yapıyor hatta cenaze marşları çalıyorduk ama çağdaş Türk, çağdaş Arap, çağdaş Kürt olduğumuza inanıyorduk.
İşte ulusal sosyalist PYD böyle bir ortamın ürünüdür. Sorsan mensuplarına kimi İstanbul'da Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük'ü okuyarak ulusalcı sosyalist olmuş, kimi Dımaşk'ta Mişel Eflak'ı okuyarak, diğerleri de Perinçek ve Küçük'ün dostu Öcalan'ı okuyarak…
Bundan kurtulup yeniden kaynaşmanın, yeniden bir bütün olmanın yolu ise birlikte olmadığımız, birbirimizi tanımadığımız döneme, İslam öncesi etnik motiflere, inanışlara dönmekle değil, ulusal sosyalizmin ve ırkçılığın fetretini aşıp Ümmet'in değerlerine yönelmekle mümkündür.
Hak budur, dileyen inanır, dileyen inkâr eder. Herkesin ameli şüphesiz kendinedir…