Efendimizin sırdaşı, Ensari sahabe Huzeyfe bin Yeman, Bizans’ın fetih kapılarını İslam Ordusuna açan ve Şam topraklarının tamamıyla Müslümanların eline geçmesiyle sonuçlanan Yermük Savaşıyla ilgili anılarını anlatırken çok etkilendiği bir olaydan şöyle bahseder:
‘’Çok sıcak bir yaz günüydü. Sıcaktan insanın beyni kaynıyordu. Güneş ışınlarının etkisiyle ateşten bir kora dönmüş demir zırhımı bir kenara bırakmış, elimdeki su dolu kırbayla savaş alanını dolaşıyordum. Amacım yaralılar arasında bulunan amcamın oğlunu bulmaktı. Eğer şehit olmamışsa ona su verip tedavisi için yardımcı olacaktım.
Bir gün önce Yermük bölgesinde İslam askerleri Bizanslılarla büyük bir savaş yapmışlardı. Destansı bir savaştı bu… İmparator Heraklius’un komutasındaki iki yüz kırk bin askere karşı biz Müslümanların sayısı kırk altı bindi. Ama onlar hayata âşıktılar; biz ise şehadete… Ölümden korkmayan, ölüme sevdalı bir toplumu kim yenebilir ki? Çok geçmeden Bizans Ordusunun piyade ve süvarileri serdengeçti İslam askerlerinin önünden çil yavrusu gibi dağılmaya başlamışlar, korku ve panik içinde Vakusa Vadisine doğru çekilmişlerdi. Sarp dağların ortasında bulunan Vakusa Vadisinin geçitleri çok dardı ve etrafı derin hendeklerle doluydu.
İslam askerleri Bizanslıları Vakusa Vadisinde kıstırmışlardı. Bizanslı askerler ölüm korkusuyla çılgınlar gibi derin hendeklere atlamışlardı. On binlercesi o çukurlarda telef olmuşlardı.
Gerçekten korkunç bir savaştı. Savaş gece yarısına kadar sürmüş ve Bizanslılardan en az yüz yirmi bin kişi ölmüştü. Müslümanların şehitleri de az değildi. Üç bin azizimizi Allah’ın yoluna kurban vermiştik.
İşte ben bir gün önce bu dehşetli savaşa sahne olan Vakusa Vadisinde on binlerce ölü ve yaralı arsında dolaşıyor, amcamın oğlunu arıyordum. Sonunda onu bir bayırın kenarında buldum. Son anlarını yaşıyordu. Şehit olmak üzereydi. Ağlayarak ona doğru koştum. Kanlı başını dizlerimin üzerine aldım. Gözlerini yavaşça açtı. Elimdeki su tulumuna iştiyakla baktı. Çok susamıştı. Susuzluktan dudakları kurak bir çöl toprağı gibi çatlamıştı.
— Su ister misin? dedim ağlayarak.
‘’Evet!’’ der gibi başını salladı. Tulumun tıpasını çıkardım. Tam ona su içirecekken bir inilti duydum. Acıklı bir ses sürekli ‘’ Su! Su! ‘’ diye inliyordu. İniltiyi amcamın oğlu da duymuştu. Amcamın oğlu bakışlarıyla suyu ona götürmemi istedi benden. İtiraz ettim.
— Önce sen iç! Dedim. Sonra ona götürürüm. İkinize de yeter tulumumdaki su…
Gülümsedi. Zor işitilir, bitkin bir sesle:
— Hayır! Dedi. Önce kardeşim içsin.
Çaresiz, iniltinin geldiği tarafa yöneldim. Su isteyen kişi Peygamberin dostlarından Hişam bin Asım idi. Yerde, kavurucu güneşin altında upuzun yatıyordu. O kadar çok kılıç ve mızrak darbesi yemişti ki vücudu kandan görünmez olmuştu. Hişam’ın parçalanmış vücudunun yanına, kan göletinin içine diz çöktüm.
— Hişam! Kardeşim! Dedim. Sana su getirdim.
Hişam, yumulu gözlerini açtı. Yüzü acıyla gerilmişti. Çektiği acıyı tarif edemem! Yaralarının acısına cehennemi sıcak ve susuzluk eklenmişti.
Hişam beni tanıdı. Elimdeki su kırbasını görünce gözleri sevinçle parladı.
— Allah rızası için bir damla su kardeşim! Diye fısıldadı.
— Hemen! Dedim ellerim titreyerek. Hemen…
Lakin Hişam birden dudaklarını kapattı. Suyu ona içirmeme mani oldu. Büyük bir gayretle kulak kabarttı.
— Sen de duyuyor musun? Dedi cılız bir sesle. Biri su istiyor!
Gerçekten de ıstıraplı, boğuk bir ses su istiyordu.
— Tamam, sen iç, hemen götürürüm ona! Dedim Hişam’a.
— Hayır olmaz! Dedi. Olmaz… Suyu ona götür!
Hızlı adımlarla sesin geldiği yöne gittim. Tanımadığım, genç bir mücahitti. Tam suyu ona içirecektim ki şehit oldu. Susuz, çatlamış dudaklarla rabbine gitti.
‘’Bari suyu Hişam’a yetiştireyim!’’ diye düşündüm. Ayaklarıma takılan kanlı cesetlere, üzerime sıçrayan kan birikintilerine, alnımdan şarıl şarıl yüzüme akan ve gözlerimin önünü buğulandıran sıcak terlere aldırmadan koştum. Heyecandan kalbim güm güm atıyordu. Hişam’a suyu ulaştırmalıydım.
Hişam’ın yanına vardığımda onun da şehit olduğunu gördüm. Hişam da genç mücahit gibi rabbine susuz dudaklarla lebbeyk demişti.
Hiç düşünmedim. Amcamın oğluna yöneldim. Onu derin bir huzur içinde gözlerini yummuş buldum. Kim bilir? Belki de onun yanından ayrılır ayrılmaz şehit olmuştu.
Bu üç aziz insanın suyu içemeden, susuz bir şekilde ruhlarını teslim etmesi bana çok dokundu. Oracıkta çöktüm. Yüzümü avuçlarımla kapatıp sarsıla sarsıla ağladım. ‘’
En zor zamanlarında, en çok ihtiyaç duydukları anda bile mü’min kardeşlerini kendilerine tercih eden bu şehitlerin bu yüce davranışı İslam kardeşliğinin nasıl olması gerektiğinin en güzel bir numunesidir.
İslam dini böyle kahramanların sayesinde dünyaya yayıldı. Tevhid ordusu bu bilinçle, bu anlayışla fetihlerden fetihlere koştu, kendinden kat kat güçlü orduları dize getirdi.
Ey İslam Ümmetinin evlatları! Böyle bir bilinç ve şuurla kuşanırsanız eğer, mazlum ümmetinizi zorba düzenlerin tahakkümünden kurtarmanız için Allah elbette size yardım edecektir. Bundan kuşkunuz olmasın!
Sadullah Aydun / İnzar Dergisi - Haziran 2012