Günümüz dünyasında insanlığa dayatılan İslam dışı hayat tarzı, ideolojik düşünce farklılıkları; insanlığı aşırılıklara, anarşiye, teröre ve buhrana sürüklediği gibi başkalarına karşı gamsız ve ilgisiz kılmıştır. Oysa İslam: "müminler birbirlerini kenetleyen bir binanın tuğları gibidir" diyerek bütün müminleri bir bütün olarak görmektedir. Müminlerin bazıları dünyanın bir başka kıtasında veya başka bir devlette yaşıyor olması bu külli kaideyi bozmaz ve bizi bu sorumluluktan kurtarmaz.
Böyle bir sorumluluğumuz varken yanı başımızda Suriye mülteci kamplarında çamur içinde yoksullukla pençeleşen Müslüman kardeşlerimize karşı ne gibi bir görevimizin olduğunu idrak ediyor muyuz? Lüks villalarda, süit dairelerde oturan ve bu daireler için büyük paralar döken Müslüman zenginlere sesleniyorum! İki ayda bir araba değiştiren yıllık ev eşyalarını yenileyen bürokrat ve teknokratlara sesleniyorum! Şu anda ölüm üçgeni denilen Afrika'daki açlık kamplarında, yaşayan insanların durumundan haberiniz var mı? Bütün bunları bildiğiniz halde vicdanınız rahat mı?
Evet, bütün bir insanlık bunları görüyor ve uzaktan izliyor. Sudan'daki kıtlık sırasında "Kevin Carter" tarafından çekilen ve halen internet sitelerinde duran bir fotoğraf, insana, insanlığından utandıracak bir tabloyu sergilemektedir. Fotoğrafta derisi kemiklerine yapışmış bir çocuk, emekleyerek bir km ötedeki Birleşmiş Milletler yemek kampına gitmeye çalışıyor. Arkasındaki akbaba, çocuğun ölmesini bekliyor.
Fotoğrafı çeken "Kevin Carter" Fotoğrafı çeker çekmez oradan ayrılıyor. Ama kimse çocuğa ne olduğunu bilmiyor. Fotoğrafçı Canter ise, bu fotoğraftan dolayı büyük bir ödüle layık görülüyor, ama yaşadığı dehşet manzarası, bir türlü gözlerinin önünden gitmiyor ve birkaç hafta sonra kafayı yemiş halde hayata veda ediyor.
Oralarda yaşayan insanlar, kızgın çöl sıcaklığında çoluk, çocuk, kadın, ihtiyar ve hasta demeden açlığa ve kıtlığa direniyorlar. Kaldıkları yerlere, baraka bile dinemeyecek çalıdan çırpıdan ve kartondan yapılmış iğreti barınakların altında, gece gündüz açlık içinde hayata tutunmaya çalışıyorlar.
Böyle bir dünyada Lüks ve israf içinde yaşayan zenginler, varlık sahipleri, para babaları vicdanen rahat olabilecekler mi? Bunlar, bu kardeşlerimizin açlığı, sefilliği, yoksulluğu, kimsesizliği ve hayati haklarını koruyabilmeleri için neler yapıyorlar? Acaba bu konuda bir düşünceleri planları var mı? Acaba bunlar, kendi kendilerine bir vicdan muhasebesi yapıyorlar mı?
Her insan, her toplum birbiriyle doğrudan veya dolaylı olarak ilişkilidir. İkamet ettiğimiz bir binadaki daireler birbirinin komşusudur. Biz buna daire komşumuz diyoruz. Her apartman diğer apartmanla komşudur. Buna da apartman komşumuz diyoruz. Her şehir de diğer şehirlerle komşudur. Böyle düşünürsek her ülke de diğer ülkelerle komşudur. Aslında bütün insanlık tek bir ailedir. Dolayısıyla hepimiz insanlık ailesinin birer üyesiyiz.
"Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" buyuran Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellemin uyarısına kulak vermeli ve Asrısaadetteki gibi, Ensar-Muhacirin arasında tesis edilen İslam kardeşliğini esas almalıyız. Buna vesile olmak isteyen ve kendilerini ortaya koyan şahıslara, yardım kuruluşlarına destek olmalı ve katkıda bulunmalıyız.
Malın da mülkün de gerçek sahibi Allah'tır. Biz de bu dünyanın misafirleriyiz. Dünyada bize verilen nimetlerin hakkını vererek şükretmeliyiz. Bize lütfedilen zenginlikleri Allah'ın rızasını kazanmak için, darda ve zorda bulunan kardeşlerimizle paylaşmasını bilmeliyiz. Materyalist dünyanın yaptığı gibi mala kul ve hizmetçi değil, malı kendi hizmetimizde İslam'a ve Kur'an'a hizmet yolunda kullanmalı ve harcamalıyız
Elbette Müslümanlar zengin olmalı, maddi ve manevi her zenginliğe kavuşmalıdır. Ancak zenginliğini de züht ve takva içinde yaşamalıdır. Bir zenginlik ki, insanı başkalarıyla ihtilattan koparıyor, yoksulların, kötü hale düşmüşlerin derdinden gamsız ve ilgisiz yapıyorsa o bir felakettir. Bizim halimizle hemhal olmayan bizden değildir. "Komşu açken tok yatan bizden değildir."