Bu kaç yetimliktir yaşadığımız.
Bu kaçıncı sürgündür gördüğümüz.
Bu kaçıncı sensizliktir bildiğimiz.
Hangi hüznü açsam biz varız içinde.
Hangi zulmü sarssam biz düşeriz içinden.
Ey! Ümmet eden “yetim”, himmet et adına yetim bırakılmışlara.
Ey! Yetimliğime müsebbip Yetim'in ümmetinin mağrur evlatları; Türk, Fars ve Arap:
Yetmez mi “Yetim” adına “yetim” bıraktığınız bizlere biçtiğiniz kardeşçe! esaretler. Bu kaçıncısıdır “Yetim” adına tutunduğumuz “Kemal”, “Hak”, “Halk”, “Doğru”, “Ak”, “Bal”, “Kutlu”, “Milli”, “Mutlu” dallarınıza… Ve elimizde kalan… Ve tutunduğumuzdan ısırılışımızın kaçıncısı etti. Her fırsatta, ilk fırsatta ya darda bıraktığınız, ya da “dar”'da sallandırdığınızın kaçıncısı etti.
Piramitlerde Hz.Musa'nın “Kardeşler”ine gösterdiğimiz hassasiyetin bir kısmını da Mancınıklanan İbrahim'in “har”a atılan torunlarına da göstermemiz gerekmez mi? Çok uzak diyarlardaki mazlumlara haklı olarak büyük şefkât örnekleri veya söylemleri geliştirirken; kendi köyümüzün yetim bırakılmışlarının; kuşun, kurdun, itin, çakalın insafına “korusaydık zayiat verirdik” gerekçesiyle terk edenlerin Kemal'e ermiş merhametlerini sorgulamak gerekmez mi?
Yeter artık ey köyümüzün bir salkım üzüme kanan yetim bırakılmışları. Yeter artık “Yetim” sevdamıza bizi yetim bırakanların çıkmaz sokağından çıkış aradığımız. Çıkmazdan çıkış olmaz. Geri dönmeliyiz. Daha dün tv kanalında en “kardeş” moderatör matadorca “Bu köy bizim demeyin size hükmeden hassas kardeşlerim gocunur” dedi. Daha dün ölülerimize sözde ağıt yakıp; tüzüğüne “medeniyet projesi” diyen Ak-u Pak cephedeki; Turan'ın Levent görünümlü Bülent evladı, bu gün “bunları kim kale alır mecliste” diyor. Unutmayın ki tehlike geçtiğinde komşu köyün Arap Ağası ile yan köyün Fars Beg'i, ya da yukarı köyün Hans Efendi'si ile iş tutmaktan geri kalmazlar bu Yetim'in “Kurt evlatları”. Çok “kurt” siyasetçidirler bunlar. Yine unutma ki yeri geldiğinde köyümüzün hain, sapkın ve satılmışlarıyla iş tutmaktan, masaya oturmaktan ve muhtarlığı onlara vermekten geri kalmayacaklardır. Çanakkale Aynalı Çarşı'da Hans'la vuruşturarak “anıt” dikip, sonra Amed'te Hans'la birlikte darağacı dikerler bunlar, yetimliğine isyan ve kıyam eden cevval yiğitlerimize.
Yeter artık “Yetim” adına yetim bıraktığınız… “Yetim” sevdamızdan hükümranlıklar devşirdiğiniz… Başımızı okşayıp emeğimizden iktidarlar semirdiğiniz. Tarlalarımızı, bağımızı, bahçemizi ekip-ekip biçtiğiniz. Bağımızda maraba gibi çalıştırıp; sonra lütfedip bir salkımı bize minnetle uzattığınız yetmedi mi? Çocuklarımızı ifsâd edip göğsümüze salıverdiğiniz yetmedi mi? Yetim'in Yesrib'inden bu yana, bu kaçıncı “hendek” imtihanımızdır Melayê Cezeri ile düet yapan Şeyh Zeki'nin diyarında. Köyümüzün hainleriyle gizli gizli iş tutup; bizden görünüp birlikte bize vurduğunuz… “Yetim” adına yetimliğimize yetmedi mi?
Yetti artık!
Ya “Yetim” sevdamızdan vazgeçeceğiz. Ki mahşerde buluşmaya sözleşmiş bu sevda ancak Havz-ı Kevser'de vuslat bulur. Ya da “Yetim” sevdamıza sebep yetimliğimizden… İsyan edeceğiz sevdamızın kör gözlülüğüne, yetim bırakılmışlığımıza. Yetim'in sevdasına, isyan ile ilhak edeceğiz ama ilmine de iltifat ederek.
Meydana indi bir kere İbrahim'in çocukları, Yetim'in yetim bırakılmışları. Çıkış aramakta bu çevrelenmişlikten. Gedik açmakta bu kuşatılmışlıktan ilim ile, irfan ile, sabır ile, sebat ile, şefkat ile, sulh ile, vecd ile, cehd ile, secd ile… Salası okunmuş bir kez hilenin, hurdanın, maskenin, makyajın, hainin… Kurbanı kesilmiş bir kere İbrahim'in. Ağalar da marabalar da muştusuna zılgıt çalsınlar bu meydan erlerinin amadeliğine, Amed'iliğine. Serap olmayan sahil-i selamete yol almıştır, gemileri yakan yetimler. Olur ki yolun zorluğundan, olur ki, azığın azlığından, olur ki, dikenin çokluğundan varış uzun olur meşakkatli olur belki, ama er geç varılacaktır menzile bu yolda. Er geç yetimler Yetim'e varacaktır aldanmadan, kanmadan, aldatmadan, kandırmadan. Zira bu yolda yetimlere Yetim yeter. Yeter ki siz de inanın.