İslâm dünyasının orta yeri tabir caizse dağlar gibi silah yığılmış durumda. Tarihin hiçbir döneminde ümmetin serveti bu şekilde silaha yatırılmamıştır.
İslâm dünyasının önemli bir bölümü fakr-u zaruret içerisinde yüzerken, dünyanın birinci gündem maddesini yerinden yurdundan edilmiş Müslüman mülteciler oluştururken, bu mültecilerin yürekler acısı görüntüleri ekranlardan eksik olmazken ümmetin trilyonlarını silaha yatıranlar en büyük ihanetin içindedirler.
Suudi Arabistan'ın son olarak silaha yatırdığı miktar dünya genelinde bu güne kadar hiç görülmemiş boyutlardadır. Geçtiğimiz yıllarda Amerika ile bir kalemde altmış milyar dolarlık bağlantı yapmıştı. Bu bağlantılar bugün peyderpey teslim edilmektedir.
Diğer körfez ülkeleri de nüfuslarıyla kıyaslanmayacak şekilde silah alımı yapmaktadır.
Dışarıdan silah alımı bu boyutlarda olmasa da İran İslâm Cumhuriyeti de var gücüyle silahlanmakta, binlerce mil menzile sahip füzeler denemekte, ordusunu her gün yeni silahlarla takviye etmektedir.
Gelelim işin bir başka yönüne. Özellikle Suudi Arabistan ve körfez ülkelerinin böylesine korkunç boyutlarda silah alımından dolayı hiçbir gayri müslim ülke, hiçbir Hıristiyan ülkesi, Yahudi israil ve emperyalist batı bundan dolayı tedirgin olmamaktadır.
Siz hiç bunu gündem yapan, rahatsız olduklarını, özellikle korkup tedirgin olduklarını söyleyen bir batı ülkesi duydunuz mu?
Duysanız duysanız ancak “Niçin hepsini Amerika'dan alıyorsun, biraz da bizden alın” diye şikâyette bulunan silah tüccarı diğer batılı ülkeleri duyabilirsiniz
Evet, hiçbir kâfir ülkesi Suudi Arabistan'ın, diğer körfez ülkelerinin dağlar gibi silah yığmasından korkmamaktadır. Özellikle aynı bölgede bulunan Siyonist terör devleti.
Çünkü biliyorlar ki bu silahlar asla ve asla kendilerine yönelik kullanılmayacak, yığılan bunca silah ancak İslâm Ülkelerine karşı kullanılacak, bundan hiç kimsenin şüphesi yoktur.
Diğer İslam ülkelerinin durumu da bundan farklı değildir. Her ne kadar bazı uzun menzilli füzelerinden ve onların askeri gücünden bazı kâfir ülkeleri tedirgin olsalar da bu silahlardan dolayı asıl korku içinde olanlar etraftaki komşulardır, yani komşu oldukları İslâm ülkeleridir.
Size muhtemel tehlikelerden değil, dağlar gibi yığılı bu silahların bir gün Müslümanlara çevrileceği ihtimalinden değil, bütün bunların şu anda bizzat yaşanmakta olduğundan söz ediyorum, Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de ölmekte olan yüzbinlerce Müslümanın Müslümanların elindeki silahlarla öldüğünü söylüyorum.
Gelelim bundan daha acı bir gerçeğe…
Yığılan bunca silah gibi, birbirlerine karşı patlama noktasına gelmiş bir öfke, bir kin ve bir düşmanlık söz konusudur, hem de gittikçe yükselen bir düşmanlık.
Ehl-i sünnet ve Şia'nın geneli olmasa bile özelde kamplaşmış kimi halkların birbirlerine karşı düşmanlıklarının dozajının farkında mısınız?
Eğer sıradan Suudi vatandaşlarıyla karşılaşmışsanız, Hacca veya umreye gittiğinizde onlarla muhatap olmuşsanız veya Suud medyasından az çok haberdarsanız Şia ve İran düşmanlıklarının hangi düzeyde olduğunu mutlaka fark etmişsinizdir; kelimenin tam anlamıyla onlar için milli düşmandır.
Aslında Suudi Arabistan Selefi felsefe üzerine kurulmuştur ve Selefiliğin en belirgin unsuru Şia düşmanlığıdır. Bir de tasavvuf karşıtlığı.
Şiacılık yapanların ehl-i sünnet düşmanlığının boyutlarına gelince, şu anda bunu Suriye'de beş yıldan beri izliyoruz. Bu kamplaşma ve düşmanca tavır kesinlikle doğru değildir.
Peki, bu düşmanlık ne zamandır bu seviyede?
1979 İran İslâm Devrimiyle birlikte bu düşmanlık tırmanışa geçmiş, İran - Irak savaşında Suudi Arabistan Irak'ın yanında yer almış, 1987 Haccında dört yüzden fazla İranlı hacı olaylarda ölmüş, öldürülmüş, yine son Hac ibadetinde izdihamda ölenlerin önemli bir kısmının İranlı hacılardan olması bu gerginliği, bu düşmanlığı daha da tırmandırmıştır.
Nihayet Suriye iç savaşında, Bahreyn olaylarında ve Yemen cephesinde vekâleten de olsa bu düşmanlık çatışmaya dönüşmüş, yani şu anda iki devlet birçok cephede savaşmaktadır.
Şimdi de Suudi Arabistan'ın idamları ve buna karşılık İran'daki elçilik ve konsolosluklarının yakılıp yıkılmasıyla birlikte vekâlet savaşlarının asalete dönüşüp dönüşmeyeceği konuşulmaktadır. Yani öfke ve düşmanlık zirve yapmıştır. Müslümanlar olarak bizleri birinci derecede ilgilendirmesi gereken konu budur. Diyelim ki Suudi Arabistan ile İran arasında gelinen son nokta ümmetin tamamına olduğu gibi, aynı dozajda yansımıyor, sadece kendi aralarındaki meseledir ve belki de aşılacaktır.
Fakat Suriye'de üç yüz binden fazla insanın katledilmesi, milyonlarcasının ülkelerini terk etmek zorunda kalması İslam dünyası önünde çok önemli bir problem olarak durmaya devam ediyor.