İngiltere'nin AB den ayrılıp-ayrılmama kararı bir sürpriz sonucu doğurdu. Sürpriz diyoruz çünkü başta İngiltere olmak üzere tüm dünya ülkeleri “hayır” sonucunun çıkacağını tahmin etmiyordu. Bu süreçten sonra AB hep tartışılacağa benziyor. Eski karizmasını yakalamak zor gözüküyor. Daha doğrusu yıpranan AB gemisi tam manasıyla beklemediği bir anda su alamaya başladı. Bundan sonra AB'de olan ülkeler ve ona bağlanmak isteyenlerin kafasında soru işaretleri olacağı muhakkaktır. Ona bağlı olanlar veya bağlanmak isteyenler “referandum yolunu” seçebilirler... Dışarıdan bu kadar cazip görünen AB'den ayrılmak isteyen İngiltere'nin alt yapısını irdelemek gerekir. AB bu kadar iyiyse neden içinde olan bir halk ayrılmak istiyor?
Evet, işin özüne bakıldığında; halk Brüksel'in vesayetinden kurtulmak ve kendi kararlarını kendi vermek istiyor. Avrupa'nın başkenti olarak kabul edilen Brüksel'in, ilgili devletler hakkında kararlar alması ve kendi çıkarlarını ön planda tutmaları, İngiltere halkının bu kararı almalarında önemli bir rol almış bulunuyor. İnsanlar kendi ülkelerini kendi iradelerine almak istediklerini, Brüksel'in belirlediği anlaşmalara göre yaşamak istemediklerinin ilanıdır… Ayrıca kazandıkları para'ların başka devletlere kaydırılması ve bu konuda reformlar hazırlayan Brüksel'e ciddi manada tepkilidirler. Bunlarla birlikte küresel sorunlarda da işe çözüm getirmeyip, sadece parasal külfet getiren AB'nin politikalarına tepkili gözüküyorlar. Örneğin başta Suriye mültecileri olmak üzere Asya ve Afrika ülkelerinden gelen mültecilerin maddi külfetlerinin ortada durması ve meseleyi sadece ekonomik boyutuyla çözmeye çalışması, hem halkı hem de mevcut yönetimlerin omzuna bir yük olmuş durumda. Bu yükün getirdiği daralmalar nedeniyle AB'ye entegrasyon olan ülkelerin bakış açısını değiştirmişe benziyor. Bunun ilk yansıması da İngiltere oldu. Her ne kadar zayıf bir ihtimal de olsa bir domino etkisi de bekleniyor. Ancak dışarıdan AB'ye katılmak isteyen ülkelerde bir soru işareti bıraktığı kesindir. Zaten “benden olmayan ölsün” mantığını merkezine taşıyan AB'nin miadını doldurduğunu ve gittikçe de kaçınılmaz “dağılma sürecine” girdiklerini ön görüyorum…
Türkiye'den meseleye bakıldığında bu karar Türkiye içinde sürpriz oldu… 60 yıla yakın bir zamandır bu kapıdan içeri alınmayan ve bin bir bahaneyle dışarıda bırakılan Türkiye'nin tavrı bundan sonra nasıl olacak? Bu konuda tıpkı bir İngiltere gibi “referandum” yolunu seçecek mi? Her ne kadar bu kulislerde konuşuluyorsa da Türkiye'nin bu şartlarda referanduma gitmesi gerçekçi bir bakış açısı olamaz. Çünkü AB, zaten onu kabul etmiyor. Kabul edilmeyen bir durum için referanduma gitmek basitlik olur. Kaldı ki böyle bir durumda mevcut hükümet hangi pozisyonda duracağını da tam olarak belirlemiş değildir. Evet mi? Hayır mı? diyecek. Ve halkı hangi yönde etkilemeye çalışacak? Bu bile muamma bir durumken referandumun olması mantıksızlıktır. Kaldı ki AB'nin devletleri değerlendirmesi sadece ekonomik ve demokratik meseleler değildir. Arka kapıda bir de “Hıristiyanlık lobisi” diye siyasi bir bakış açısı vardır. Ne kadar gelişmiş ve reformcu bir ülke olursa dahi, Müslüman bir ülkeyi almak istemezler. Geçenlerde bu hakikate işaret eden Erdoğan'ın “Türkiye'yi, AB'ye almamalarının sebebi islamafobiktir” açıklaması da bu gerçekliğin bir yansımasıdır. Bu kadar net tavır takınan bir AB'nin kapılarında dolaşmak ve on yıllarca halkı bir beklenti içerisinde bırakmak doğru bir siyaset yolu olarak görülmemeli. Hele bu saatten sonra yıpranmış ve daha da kopuşların olabileceği bir gemiye binmeye hevesli olmamak gerekir.
Sözün özü; özellikle Müslüman devletler, “Avrupa Birliği” yerine “İslam Birliğini” oluşturabilirse kendileri için çok daha hayırlı olacağı kesindir. Bu saatten sonra bu düşünceye sahip liderler, bunu daha çok gündemlerine alacakları bir ortam oluşmuş durumda… Çünkü kimse delinen ve su alan bir gemiye binmek istemez. Selamete getirecek sağlam bir gemiyi bulmak zorundalar…