Çoğumuz konu infaktan, sadakadan açılınca hemen yoksulluğumuzu, maddi imkânsızlıklarımızı hatırlarız. Bir sürü ihtiyaç gelir aklımıza, ellerimiz ceplerimize gitmez. Korkarız! Allah’ın yoksulluk, fakirlik korkusuyla sakın infaktan, sadakadan, Allah yolunda harcamaktan, İslami hizmetler için maddi fedakârlık yapmaktan çekinmeyin; infak rızkınızı bollaştırır buyruklarını bilmemize ve buna iman etmemize rağmen kalben bir türlü mutmain olmayız.
İnfakı sadece zenginlerin işi sanırız. Hâlbuki öyle mi? İlk Müslümanların, Peygamber-i Ekrem’in terbiyesinden geçmiş ilk İslam nesli böyle mi davranmıştı? Kadın, erkek altın çağın altın neslini mercek altına aldığımızda göreceğiz ki o zamanın en yoksul Müslüman’ı bile infakı, sadakayı kendine dert edinmiş, tüm imkânsızlığına rağmen, azlığına, çokluğuna bakmadan Allah yolunda infak etmiştir. İnfak kültürü, sadaka kültürü Müslümanların arasında o kadar yaygındı ki infaktan yoksun bir dindarlık tahayyül edilemiyordu.
Peygamber Aleyhisselam da Müslümanları sürekli infaka teşvik ediyor, infakın azlığına çokluğuna, infak ehlinin zenginliğine yoksulluğuna değil, ihlas ve samimiyete bakıyordu.
İlk İslam nesli maddi imkânları doğrultusunda infak ediyor, imkânı olan Müslüman infak konusunda cömertçe davranıyor, Allah yolunda, İslami hizmetler yolunda harcamaktan, yoksullara kucak açmaktan mutluluk duyuyor, infak ve sadakaları konusunda başa kakmıyor, yoksul kardeşini, onun infakını ise küçümsemiyordu.
Yoksul Müslüman ise infak için zengin kardeşiyle adeta yarışıyor, kendisi muhtaç olmasına rağmen kardeşini kendisine tercih ediyor, Allah yolunda infak için çırpınıyordu.
İslam tarihi bu yoksul ama cömert, infak ehli Müslümanlarla doludur. Bunlardan biri de Peygamberin Hanım sahabelerinden olan Ümmü Büceyd’tir.
Gelin bu Müslüman kadının göz yaşartan cömertliğine biraz daha yakından bakalım…
Çok Yoksul bir hanım Sahabiydi Ümmü Büceyd. Çoğu zaman giyecek bir elbisesi, çocuklarına verecek bir lokma ekmeği olmazdı. Kocası ve çocuklarıyla beraber kıt-kanat geçinirdi. Evinde eşya namına birkaç kilim, hurma lifleriyle içleri dolu yastık ve döşek, bakır ve pişmiş çamurdan yapılmış bir düzine testi, leğen, çanak ve daha birkaç değersiz şey vardı. Bütün dünyalığı bundan ibaretti.
Ancak zengin ve cömert bir gönle sahipti Ümmü Büceyd. Yoksulluğuna, çaresizliğine bakmaz, Allah yolunda infak etmeye çalışırdı. Kendisi giymez, muhtaca giydirir; Kendisi yemez, muhtaca yedirirdi. Kapsına geleni eli boş çevirmeye gönlü razı olmazdı.
Ne yazık ki çoğu sefer muhtaca verecek bir şey bulamazdı evinde. Bu gönlü zengin, Allah yolunda bol bol infak etme arzusuyla yanıp tutuşan kadın, verecek bir şeyi bulamayınca büyük bir üzüntüye kapılır, için için ağlardı.
Ümmü Büceyd bir gün dayanamadı; gönlünü kavuran, kalbini dağlayan bu sıkıntısını Peygamber-i Ekrem’e açmaya karar verdi. Resulullah’ın huzuruna çıktı. Dudaklarından şu hüzün dolu sözler döküldü:
-Ya Rasulallah! Bazen kapıma yoksullar, muhtaçlar geliyor. Onlara verecek bir şey bulamıyorum. O zavallıları geri çevirmek bana çok ağır geliyor.
Peygamber Aleyhisselam onu teselli ederek:
-Üzülme! Dedi. Kapına gelen yoksulları boş çevirme. Verecek bir şey bulamazsan bile ellerine birer hayvan tırnağı sıkıştırıver.
Ümmü Büceyd, Rasulullah’ın huzurundan ayrılırken zihni hayvan tırnağıyla meşguldü. Hayvan tırnağının kime ne faydası olabilirdi ki? Kapına gelene ha hayvan tırnağı verdin ha boş çevirdin, neticesi aynıydı. Peygamber hayvan tırnağıyla neyi kastetmişti acaba?
Biraz tefekkür edince Rasulullah’ın ne demek istediğini anladı Ümmü Büceyd. Rasulullah; önemli olan sadakanın veya infakın değerli olup olmaması değil, Allah yolunda infakın her zaman canlı tutulması, sadaka vermenin mü’minin ahlakından olması gerektiğini anlatmak istemişti.
Sadakanın azı çoğu olmazdı. Kişi maddi durumuna, imkânlarına göre mutlaka infak etmeliydi. Yoksul olmak sadaka vermeye engel değildi. Halis bir kalp, temiz bir niyet, salt Allah rızası için verilen ucuz, hatta değersiz bir sadaka bile yüce yaratıcının nezdinde övgüye layık, mükâfatı hak eden bir ameldi.
Ümmü Büceyd, Peygamber Aleyhisselamın ne demek istediğini anlamıştı ama yine de içi tam rahat olmamıştı. Mutmain olamamıştı.
Peygamber Aleyhisselam Ashabını sık sık ziyaret eder, evlerine, bahçelerine misafir olurdu. Bu ziyaretlerin birinde Ümmü Büceyd’in evine de teşrif etti. Ümmü Büceyd ve ev halkı da coşkuyla Rasulullah’ı karşılamaya koştu. Ümmü Büceyd hizmet için evde koşturup ne bulduysa ikram ederken içini kemiren derdini Rasulullah’a tekrar açma fırsatı buldu.
-Ya Rasulullah! Bazen kapıma dilenci geliyor, bir şeyler istiyor. Ben de yanımda bulunan şeyleri azımsayıp küçük gördüğümden bir şey veremiyorum. İşe yaramayan, değersiz bir sadaka mı vermiş olurum korkusuyla geleni boş çeviriyorum. Bu da gönlüme hoş gelmiyor. Kalbime sıkıntı veriyor, üzülüyorum! Ne yapsam acaba?
Şefkat Peygamberi, Ümmü Büceyd’e bu soruyu daha önce sorduğunu hatırlatmadı. Gülümsedi. İkna edici, rahatlatıcı, gönül okşayıcı bir sesle, tane tane konuşarak infak hasretiyle kavrulan, yoksul ama cömert sahabesine:
-Kapına geleni boş çevirme! diye buyurdu. Kapına geleni boş çevirme. Vereceğin sadaka bir hayvan tırnağı kadar değersiz de olsa ver!.