İslam beldelerindeki işgal ve katliamlar 'Ortadoğu çıkmazı' diye, tarihin en sancılı sürecini karşımıza çıkardı. Daha önceki işgaller ve savaşlar, daha yerel ve kısa süreli denilebilecek türdendi. Yine insanlar ölüyordu, ama bu derece tahrip edici, bu gaddarlıkta yakıp yıkıcı bir durum, belki de ilk defa karşımıza çıkmaktadır.
Soğuk savaş sonrası dünyanın tek kutuplu hale gelmesi ve küfür cephesinin, İslam'ı ve Müslümanları tek hedef olarak düşman seçmesi; İslam dünyasının topyekûn bir yok oluşa tabi tutulmasını da beraberinde getirdi. NATO'nun düşman olarak hedefe koyduğu, çok açık bir şekilde bütün İslam dünyasıdır, yani İslam ümmetinin tamamıdır.
Rusya'nın da şu an düşman olarak belirlediği ve yüz yıllardır üzerinde stratejik çalışmalar yaptığı ve tüm gücüyle işgal ve talana giriştiği yer, yine İslam dünyasıdır. Daha önceleri diplomatik ve ekonomik işbirlikleriyle İslam dünyasına müdahale etmeye çalışan ve yer yer etkili olan çalışmalarına, şu an fiili işgalleriyle, katliamlarıyla ve yeni silahlarını deneme imkânlarıyla adeta hayal dahi edemeyeceği bir boyutta etkili hale geldi.
Çin'in Türkistan'da Müslüman Uygurlara yaptığı soykırım ve asimilasyon, camileri yakıp yıkma ve İslam kültür ve değerlerini yansıtan ne varsa, hepsini yok etme acımasızlığını ortaya koyarken; aslında batıdaki küfür cephesiyle tam bir işbirliğinde hareket ettiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Yine Arakanlı Müslümanlara yönelik Budist vahşetinin arkasında Çin ve batılı küfür cephesinin yer alması bizi şaşırtmıyor.
Bütün şer cephesinin, İslam beldelerini işgal ederek ateşe vermesinden çok daha acı olan ise yerli işbirlikçi taşeronların, küfür cephesi efendilerinden daha gaddar bir anlayış ile kendi halklarına daha acımasızca davranmalarıdır. Kendi halklarının menfaat ve geleceklerini değil, efendilerinin emir ve direktiflerini yerine getirme zilletini tercih etmektedirler.
Fiili işgal ve katliamlardan çok önce başlamış olan kültürel işgal ve zihin erozyonu; yeni nesli, bir yol ayrımına getirmiş bulunmaktadır. Adeta uçurumun kenarına kadar gelmiş ve orada takılı kalmış bir araba gibi çaresiz bir şekilde beklemektedir. Nereye doğru giderse, uçuruma gitme ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Buradan çıkış mümkün mü? Bu yol ayrımından, hayırlı 'bir yola' yönelmek ve sahili selamete varmak imkânsız mıdır?
Elbette vahdeti emreden Rabbimiz, kâfirleri (Yahudi/Hıristiyanları) dost edinmememizi kati bir şekilde ayet ile bize bildirmiştir. Peygamber efendimiz âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, müminlerin de birbirlerine rahmet ve merhamet nazarı ile bakmalarını ve ona göre birbirlerine muamelede bulunmalarını sünnet olarak bize bırakmış bulunmaktadır.
Müminlerin kardeşliği farzdır. Birliktelikleri farzdır. Bir ve beraber hareket etmeleri inançlarının gereğidir. İşte yol ayrımına gelmiş olan bu ümmetin çocuklarının, bu inançlarına yeniden sahip çıkmaları ve imanlarını tazeleyerek yeniden yola koyulmaları gerekmektedir. Bu yol, onları birlikteliğe ve 'Vahdete' götürecektir.
Vahdetin olduğu yerde tefrika olmaz. Tefrikanın olmadığı yerde müminlerin izzet ve şerefi olur. İzzet ve şeref sahibi olan müminler de, batılı-doğulu küfür cephelerini/emperyalist işgalcileri etkisiz hale getirme iradelerini Allah'ın izniyle ortaya koyacaklardır.
Yol ayrımından 'Hayırlı yola' yönelenlere selam olsun.