Bela ve musibetler yağmur gibi yağıyor üzerimize. Sorunlar, çileler, musibetler üst üste geliyor. Tam birinden kurtulduk derken öbürü geliyor. Yakın gelecek karanlık görünüyor. Yanlış politikalar, yanlış hedefler, yanlış öngörüler, hırs, haset, dünyevileşme üzerimize yağan musibetleri katmerleştiriyor. Ve ne yazık ki ders alan da yok.
Halk olarak ne yazık ki birçok şeyin esiri olduk. Esiri olduğumuz etkenler bizi uçuruma götürüyor. Türkiye halkı ve diğer Müslüman halklar olarak esaret zincirlerini bir türlü kıramadık.
Korkularımızın esiri olduk. Canımıza zarar gelmesin, malımız gitmesin, rahatımız bozulmasın diye bize dayatılan her türlü zillete boyun eğdik. Zalimin zulmüne ses çıkarmak şöyle dursun, onun zulmünün ortağı olduk. Mesela son seçimlerdeki durum… Türkiye Kürdistan'ındaki birçok dindar seçmen rahatının bozulacağı korkusuyla kendi inançlarına ihanet etme pahasına, Allah'ı gazaplandırma pahasına İslam düşmanı, eş cinsel sapkınlığı anayasal güvence altına alma vaatlerinde bulunan bir patiyi destekledi. O partiyi sırtında meclise taşıdı. Pekâlâ, yaptığı şey bir işe yaradı mı? O parti zülüm ve baskılarından, Kürdistan'ı ateş topuna çevirecek politikalarından vazgeçti mi? Ona oy verenler ahiretlerini kaybetme riskinden başka hiçbir kazanım elde edemediler ve edemeyecekler. Korku, güvenlik kaygısı, dünyamı kaybederim korkusu zulmü engellemez. Başımıza gelen bela ve musibetlerin en büyük sebeplerinden biri bu korku psikolojisi... Hâlbuki Allah'a ve ahiret gününe inanan, kaderine rıza gösteren bir Müslüman'ın korkularla işinin olmaması gerekir.
Hırslarımızın esiri olduk. Birçoğumuz hırslarımızı, hırslarımızdan kaynaklanan batıl söz ve davranışımızı hakka, hak kelimeye tercih ettik. Hırslarımız, dünyaya olan aşırı sevdamız bizi yanlış yola sevk etti. Mesela bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu istikrarsızlık ve karmaşanın en büyük nedenlerinden biri Ak Parti hükümetinin bölgesel liderlik sevdasıdır. Bu sevda hükümetin gözlerini kör etti. Yanlış üzerine yanlış yaptı. Irak'ta yanlış yaptı. Suriye'de yanlış yaptı. Çözüm süreci adlı ne idiğü belirsiz politikasıyla yanlış yaptı. Amerika ve batının yalanlarına kanarak, genç Osmanlı hayalleri kurarak sıfır sorun politikasından bütün komşularıyla kavga politikasına geçti. Suriye'nin hali ortada… Irak'ın hali ortada… Ve Kürdistan'ın hali ortada…
Taassuplarımızın esiri olduk. Mezhepçilik, bağnazlık, grup ve cemaatlerin menfaatlerini dinin ve ümmetin menfaatlerinden üstün tutma garabeti, sapkınlığı ümmetin evlatlarını birbirini boğazlar hale getirdi. Emperyalistleri bıraktık, israil'i bıraktık, Yahudi ve Hıristiyan haçlıları bıraktık. Artık tüm zamanımız ve enerjimiz birbirimizi tekfir ve boğazlamayla geçiyor. Nur olması gereken yüce dinimizi taassuplarımızın esiri kılarak adeta vahşiliklerimizin kılıfına dönüştürdük.
Biz birbirimizi vahşice boğazlayıp tekfir etmeyi kahramanlık ve cihat sayarken kâfir haclı sürüleri ülkelerimizi talan etme sevdasına düşmüş. Batılılar tarafından talan edilmedik, sömürülmedik, işgal edilmedik, esir alınmadık İslam ülkesi kalmadı.
Ne yapmalıyız? İslam'ın kırmızı çizgilerini varlıklarının, davalarının olmazsa olmazı gören biz muvahhid Müslümanlar ne yapmalıyız? Bu karanlık tabloya bakıp biz de teslim mi olmalıyız? Ya da köşemize çekilip bazılarının yaptığı gibi toplumu, mazlum Müslüman halkı kaderleriyle baş başa mı bırakmalıyız? Bazıları bizden bunu istiyor. Bizim de korkularımızın, taassuplarımızın, hırslarımızın esiri olmamızı istiyor. Bize dayatılan karanlık geleceğe teslim olmamızı istiyor. Bizim akıntıya kürek çektiğimizi iddia ediyor.
Gerçek Mü'min karşısındaki sorunlar ne kadar büyük olursa olsun asla yılgınlık göstermez. Çünkü onun için hayatın hedefi Allah'tır. O'nun rızasıdır. Hedefi doğrultusunda yaşıyorsa, yol doğruysa gam yok. Çünkü onun için tüm kapılar cennete çıkar.
İran İslam Devriminin büyük önderi İmam Humeyni şöyle diyor: “ Neden korkalım, niçin korkalım? Yolumuz doğruysa, yegâne ölçümüz haksa, öldürsek de, öldürülsek de cennet bizimdir. Yensek de yenilsek de yine cennet bizimdir!”
Evet, yol doğruysa gam yok…